alınganlık

   psikanaliz psikiyatri

                                       “Kimse sana karşı değil, herkes kendinden yana” / Mevlana

Dostoyevski’nin ünlü romanı “Yeraltından Notlar”ın kahramanı, kendini tanıtmaya “Ben hasta bir adamım” diye başlar (17). Yeraltı kahramanı, dönemin toplumsal yapısının yarattığı bir tiptir ama aynı zamanda yalnızlığı, kendi kabuğuna sıkışmışlığı, yıkıcılığı ve alınganlığıyla sınır durum (borderline) kişilik bozukluğu gösterir. İçinde büyüyen sevgisiz boşluğu nefretle tıkamaya çalışır.

Alınmak, “bir sözün, bir davranışın kendisine söylediğini veya yapıldığını sanarak incinmek, kırılmak” anlamına gelir (18). Alınganlık ise “çabuk kırılmak, gücenmek” demektir. Alınganlar, kendileriyle ilgili olmayan şeyleri, kendilerine mal eder, havadan nem kaparlar.

Psikolojide “normal” ile “anormal” arasındaki fark genellikle niteliksel değil nicelikseldir. Yani hastalıklı sayılanla norm dâhilinde kabul edilenin mekanizmaları aynıdır. Dolayısıyla sağlıklı kabul edilebilecek bir (nevrotik) alınganlıktan söz edilebileceği gibi, ilişkileri bozan (sınır-düzey) alınganlıktan ve gerçeklikten kopuk (psikotik) alınganlıktan bahsedilebilir. Alınganlık, hafif şiddette bir kişilik özelliği, ağır düzeyde bir kişilik bozukluğu ve daha ağır şiddette bir dağılmayı işaret eder. Bazen alıngan olmayan insanlar ruhsal bozukluk (örneğin depresyon) döneminde alınganlık gösterebilirler; yani yaşam olayları ve hastalıklar nedeniyle alınganlığın şiddetinde farklılıklar görülebilir.

Alınganlık iki düzlemde ele alınabilir. İlki yüzeyde, kolayca görünen düzlemdir: alınganlık özgüven eksikliğinden kaynaklanır. Kendine güvenemeyen biri, çevresinde olup bitenleri kendine yöneltebilir. Zihinsel karmaşasından kaçmak için diğer insanların gerçekte yüksüz yaklaşımlarını kötü yönde yorumlar; yani nötr olanı negatif olarak algılarlar. Örnekle gidelim: işteki performansı konusunda kendine güveni olmayan bir çalışan, patronun asık suratını kendisine karşı bir tavır gibi algılayabilir. Küçük bir çocuk, babasının gazete okurken kaşlarını çatmasını kendi yaramazlığına yorabilir. Nevrotik düzlemde alınganlık, önemsediğimiz insanları çok önemsememizle ilgilidir. Alınganın zihni ilişkileri tıpkı bir tahterevalli gibi algılar: ben aşağı indikçe, öteki yükselir ve tepeden bakar.

İkincisi, daha derinde ve ilkel olan düzlemdir: alınganlık kendimizi aşırı önemsemeyle ilgilidir. Patronun suratını asacak, babanın kaşlarını çatacak kadar önemli olmak isteğimize dair bir arzuyu yansıtır. Ağır/psikotik alınganlıkta nesne (kişi) seçiciliği de kalmaz: sanrı (hezeyan) tüm dünyayı kaplar: “herkes benim hakkımda konuşuyor, dedikodumu yapıyorlar”, der psikotik özne. Dolayısıyla daha derin bir önem ve değer sorununu yansıtır. Bu değersizliğin en uç noktası megalomanidir. İnkâr (ben değersiz değilim) ve karşıt tepki oluşturma (çok değerliyim)  adı verilen savunmalara başvurulur. “Ben peygamberim, Mehdiyim, Dünyayı kurtaracağım” gibi hezeyanlarla kendini gösterir. Özellikle paranoyada.

Psikozun en sık görülen şekli Paranoid Şizofreni’deki iki temel düşünce bozukluğu, alınganlık ve şüpheciliktir. Alınganlıktan şüpheciliğe giden ilerleme düşünce bozukluğunun şiddetini yansıtır. Paranoyada ilkel bir savunma mekanizması olarak yansıtma kullanılır. Bir nevi hayali ihracattır yansıtma: psikotik özne içindeki “kötü”yü  ihraç eder, başkasının zihnine ekerek büyütür sonra kendi üzerine geri döndürür. Bu “beni takip ediyorlar, bana kötülük yapacaklar” gibi şüphelere neden olur. Nevrotik düzlemde de yansıtma kullanılır. Öfkesini “Beni deli ediyorsun” diye ifade eden biri yansıtmayı kullanıyordur; hepimizin bildiği gibi doğrusu “Öfkem beni ele geçiriyor, kontrolümü yitirmek üzereyim”dir. Duygular kendi mülkümüzdür.

Nevrotik düzeyde alınganlar hassas olduklarını bilirler. Kişisel ilişkilerde incelikli, duyarlıdırlar. Kırılmaktan korktukları için kırmak da istemezler. Tetiktedirler, incinmeye yönelik tehdit süreklilik arz eder. Bazen katı kurallarla ilişkilerini sınırlarlar, az sayıda insanla yakın olmayı seçebilirler. Alınganlar kaçınmadan, içe kapanmaya; küsmekten şiddet uygulamaya varan davranışlar sergiler.  Ruhsal patoloji arttıkça alınganlık çekilmez bir hal alır. Narsisistik (kendine ve başkasına değer biçme) sorunları olanlarda alınganlık sık görülür. Değer biçme borsası inişli çıkışlıysa alınganlık kaçınılmaz olur. Özsaygı ve özgüveni etkileyen her durum (hastalık, yaşlılık, fazla eleştiriye maruz kalma, kayba neden olan yaşam olayları) alınganlığın dozunu arttırabilir.

Dönemsel alınganlıklar vicdanen rahatsız olduğumuz zamanlarda ortaya çıkar. Kendimizi eleştirdiğimiz, suçladığımız zaman alıngan oluruz. Kendi zihnimizde kurduğumuz mahkemede suçlu bulunduysak, cezayı başkalarının vicdanı aracılığıyla kesmeye çalışırız. İnsanların bakışlarını, sözlerini zihnimizdeki sanal mahkemede aleyhimizde delil olarak kullanırız. Yasayı aştığımızın veya yanlış yaptığımızın duyulduğu/bilindiğiyle ilgili büyüsel bir düşünce esir alır bizi. Alınganlık; suçluluk, utanç ve kaygıyla ilgilidir. Olumsuz duyguların bir alaşımıdır. Bu nedenle baş edilmesi güç bir durumdur ve ilişkileri yıpratır. Adet öncesi dönem, gebelik, yaş dönümleri (ergenlik, menapoz-andrapoz), başarı beklentisi, ironik-aşağılayıcı insanlarla ilişkiler, kısaca eksik ya da hatalı olduğumuzu düşündüğümüz durumlarda alınganlığımız artar.

Köken, köklenmeye başladığımız dönemdedir. Değer sorunları olan ebeveynler, değer sorunları olan çocuklar yetiştirir. Klinik deneyimler, yetişkinliklerinde alıngan olan bireylerin çocuklukta ezildiğini, aşağılanmalara maruz kaldığını, yenik ve küçük düşürülmüş hissettiklerini telkin eder (19). Özelikle anne çok kaygılıysa, temel güven duygusu gelişemez. Çevrenin ve insanların tekinsiz olduğu duygusu, sürekli bir tehdit algısı yaratır. Önemsenmek istemek ama hem kendine hem de ötekilere güvenememek alınganın kısırdöngüsüdür. Alınganın zihni karmaşıktır. Dostoyevski gibi…

Alkol bağımlısı, sinir küpü bir babanın ve hasta bir annenin ihmal ve istismar edilmiş altı çocuğunun ikincisi olan Dostoyevski’nin aşırı duyarlı biri olduğu anlatılır. Petersburg Mühendis Okulu’ndaki arkadaşları bu nedenle ona “Ateş Fedya” lakabını takar. Yazarlık hayatı boyunca tekrarlayan ağır bunalımlar yaşar.

Yeraltından Notlar (1861), Dostoyevski’nin büyük eserlerinin (Suç ve Ceza-1866, Ecinniler-1872, Karamazov Kardeşler-1881) öncülüdür. Andre Gide, Yeraltından Notlar’ı, Dostoyevski’nin yazarlık hayatının zirvesi, bütün eserlerinin kilit taşı olarak görür. Roman kahramanıyla yazarının arasındaki benzerlikler ilgi çekicidir. Sürgündeyken, kardeşine yazdığı mektupta şöyle der Dostoyevski:

“… Mişa, bunun için kızma bana sakın, düşün ki yapayalnızım, fırlatılıp atılmış bir taş parçasıyım sanki. Öteden beri karamsar, hasta, alıngan huyluyumdur.”

Bana kalırsa alınganlığın iyi tarafı, ince, duyarlı ve ayrıntıcı olmaktır. Sanatçıları yaratıcı kılan şeylerden biri de alınganlıkları olabilir. Neticede çocuksu bir şeydir alınganlık. Dile geldiğinde (fark edilip, ifade edildiğinde) faydalı olabilir: hem sanatta, hem terapide…