aylaklık

   psikanaliz

                                                            “Hepimiz tatil için çalışıyoruz!”/ Tatilsepeti reklam sloganı

                                         “İnsanlar çalışmak zorundaysa hayatta kalmak neye yarar?” /Andre Breton

Edebiyatımızda aylaklık deyince akla Yusuf Atılgan ve “Aylak Adam” romanı gelir. Oysa bana kalırsa bu coğrafyanın en ünlü aylağı Sait Faik’tir. Haldun Taner çok sade özetler: “Sait Faik’i Sait Faik yapan bütün o yüksündüğü özellikleri idi. Aylaklığı idi. Okul kaçkını başıboşluğu idi. Hiçbir ciddi işi ucundan tutamayan gelgeçliği idi” (83). Bütün hayatını, akranlarının önemsediklerini boş vererek geçirir Sait Faik, pasaportunda “sanatı” kısmında “yok”, yani işsiz yazar (84).

Türk Dil Kurumu sözlüğünde aylak  “işsiz, boş gezen, avare” olarak tanımlanır. Aylaklık bizde ayıplanır, değersizleştirilir, aylaklar vakit öldürmekle suçlanır. Oysa kimi yazarlara göre aylaklık, kendi kendini reddeden bir başkaldırıdır.

Russell“Aylaklığa Övgü ”de çalışmanın sahte bir erdem olarak türetildiğini, yoksulların çalışma baskısıyla belirli bir ahlaki sisteme itildiklerini, mutluluğa ve refaha giden yolun çalışmanın örgütlü bir şekilde azaltılmasından geçtiğini savunur. Kötü insan, biriktiren insandır; az çalışan veya aylak olan değil!

Feodal toplumdan endüstri toplumuna geçince çalışmanın niteliği ve niceliği değişir. Paydos zamanı, senelik izinler, “siesta”, ölüm-babalık izni gibi çalışılmayan zamanlar netleştirilir. Kalabalık şehirlerde iş hayatı ile özel hayat birbirinden kalın çizgilerle ayrılır. “Boş zaman”  denen bir kavram oluşur. Döngüsel zaman algısının yerini çizgisel bir zaman algısı alır: Mevsimler dönmez artık, gelir-geçer. Zamanı ve hayatı çalışma üzerinden kavramayan muhalifler de ortaya çıkmaya başlar: aylaklar, bohemler, burjuvalar…

Burjuva, başkasını kendinden çok çalıştırıp, çalıştırdığından çok kazanan kişidir. İşçisinin mesaisinin (artı emeğinin) üzerinde yükselir. Kendi sınıfına ait ortalama bir etiği ve estetiği vardır. Değişime ve gelişime açıktır, olduğu yerde kalmayı sevmez, yenilikçidir, hırslıdır. Biriktirmek ve tüketmek ister.

Bohem, burjuvanın vicdanıdır bir bakıma. Burjuva ile birçok özelliği paylaşır ancak derdi tasası estetiktir. Burjuvanın kutsadığı ve belirli bir şekle sokmak istediği değerleri yaşamına mal eder (85). Tutkulu, asi ve hayalperesttir.

Hem burjuva, hem de bohem “serbest zaman” tiryakisidir. Farklı amaçlarla çalışsalar da çalışmanın kutsallığına inanırlar. Biri sanat, diğeri ticaret yapar. Burjuvanın boş zamanlarda tükettiğini, bohem çalışarak üretir. Aylak da serbest zaman ister ama çalışmamak aylağın iradi seçimidir. Aylak, kendinde değişikliği pek sevmez, hırslı değildir.

Sosyal bilimciler için “aylak” edebiyattaki romantik havasından uzaktır. Z. Bauman turistle aylağı karşılaştırır örneğin. Turist tüketerek, satın alarak gezer, aylak ise kusurlu bir tüketicidir. Tüketmeden ortalıkta gezinmesi turisti rahatsız eder. Aylak, turist gibi olmak ister, turistin korkulu rüyası aylak olma ihtimalidir. Bauman’a göre aylak, turistin “alter ego”su, kâbusudur (86).

Aylaklık sistemin dışında kalmayı, bir parçası olmamayı seçmek demektir. Bu nedenle çerçevelenmesi, tanımlanması, çözümlenmesi zordur. Bir yanıyla çekici ve gizemli, bir yanıyla tuhaf ve tekinsiz bir etki bırakır üzerimizde. Aylaklar, tembellere kıyasla yetenekli ve zekidirler. Zaten aylaklığı çekici kılan açığa çıkarmadıkları potansiyelleridir. Günlük yaşamın kıyısında kalmayı tercih ederler. Ne içinde olabilirler, ne dışında. Nedense pek ilgisini de çekmemiştir psikolojinin aylaklık: insanlar neden çalışmak istemez, aylaklığın psikodinamiği nedir?

Bana kalırsa aylaklığın en önemli özelliği, sürekliliği olan bir hırsın/tutkunun olmaması. Aylaklar çabuk sıkılır, arzu ve gereksinimlerine ulaşma konusunda süreklilikleri yoktur. Sıkılmak, bir şey olmasını beklemek ama neyi isteyeceğini bilememek, bir nevi arafta olma halidir. Dolayısıyla arzuyu anlamak ve sürdürmek konusunda bir problemi yansıtır. Sıkıntı tek başına patolojik değildir. Fakat verimsiz sıkıntı çoğalırsa bir sorun haline gelebilir. Sıkılmak geçici heveslerin çabuk sönmesiyle de kendini gösterebilir. Hızla doyurulanlar, hızlı sıkılırlar.

Hırs/azim ise rekabetle ilgilidir (hırsta saldırgan öğe, azimde libidinal öğe baskındır). Bir şeyi becermeye dair hırs, benzer işi yapanlarla (akranlarla), geçmişte o işi yapanlarla (ebeveyn figürleriyle), hiç olmadı kendimizle rekabet etmek demektir. Psikolojide “iyicil” rekabetin kendini gerçekleştirmeye, geliştirmeye hizmet ettiği savunulur. İlkin hemcins ebeveynimizle (otoriteyle) rekabet ederiz, sonra kardeşler ve muadilleriyle (akranlar-kuzenler, okul arkadaşları). Rekabet sonuçları itibariyle “kötücül” algılanırsa, çocuk rekabet ettiği için cezalandırılırsa rekabetten çekilebilir. Veya rekabet etmeden her şeye sahip olursa sağlıklı rekabeti öğrenemez.

Baba, özellikle Lacan’ın kuramında “yasa” anlamına da gelir. Baba çok sert olursa babayla çatışma artar, uzak olursa babayla özdeşim kurulamaz. İki ihtimalde de çocuk sistemle barışamaz,  erkek çocuğun babayla özdeşleşmesi zorlaşır. Her sistem kendi bekasını sağlayacak bir terbiye (aile) ve eğitim (okul) modeli üretir. Çocuk sistemle aile içinde tanışır. Babayla barışamazsa muhalif olur.

Aylaklık bu bağlamda babayla rekabet sorunlarını işaret eder. Baba, kastrasyon (zarar görme) anksiyetesini uyandırıyorsa, onunla rekabet etmek güçleşir. Tersine anne çocuğu hep destekliyorsa, babaya, babayla çatışmaya itmiyorsa, baba bir model haline gelemez. Boynuz (fallus) kulağı (pipiyi) geçmek istemez,var gücüyle ondan uzaklaşır.

C. Baudelaire’in (1821 –1867) Fransızca “flaneur” (gezgin-düşünür) olarak adlandırılan aylağın ilk örneği olduğu kabul edilir. Paris isyanında, general olan üvey babasının ölümünü isteyen isyancıların başını çeker. Kutsadığı, inandığı bir değerler bütünü yoktur, “kötü”nün, şehrin karanlık insanlarının peşine düşer.

Baudlaire, Sait Faik, Yusuf Atılgan ve Aylak Adam’ın hikâyesinde ortak olan, sert, cezalandırıcı algılanan uzak bir babanın varlığıdır. Bu baba figürünün tersine anne yapışık ve aşırı koruyucudur. Yani bir yandan rekabetten çekilmeye (korkmaya) neden olacak bir baba, öte yandan şartsız destek olup rekabete itmeyen (yapışık) bir anne. Babaya dair çekinceden nefrete varan olumsuz duygular, anneye minnetten aşka varan olumlu duygular beslenir.

Sait Faik’e, Türkiye’de yeterli mesen* bulunmadığının konuşulduğu bir mecliste sorulur: “Sizin meseniniz var mı?” Cevabı şaşırtıcı değildir:

“Benim mesenim annemdir.”

 

*Mesen: Sanatçıları koruyan ve destekleyen varlıklı kimse