çiğnenmiş bir kavram: empati

   psikanaliz psikiyatri

                                         “Beni bir sen anladın, sen de yanlış anladın!” / Anonim deyiş

                                             Empati yapılmaz, empatik olunur.

Katı olan her şey buharlaşıyor maalesef! Tüketim toplumu ve aygıtları, hem kof kavramlar üretiyor, hem de bazı derin kavramların içini boşaltıyor. “Fast-food” psikolojisinin pazarlayarak satmaya çalıştığı, dolayısıyla en çok ezdiği kavramlardan biri empati. Sükûnetle anlamaya çalışalım.

Eski Yunanca bir kelime empati. “Birlikte hissetmek” anlamına geliyor. Duygudaşlık gibi pek tutmayan bir çevirisi var; ruh sağlığı çalışanları eşduyumu tercih ediyor. İngilizce’de “başkasının ayakkabısını giymek” anlamına gelen güzel bir deyim var (walk in other people’s shoes).

İnsan soyu karmaşık ve ileri zihinsel işlevlerinin getirisiyle, gözlem yapma, gözlediklerini karşılaştırma ve sonuçlar çıkarma yetilerine sahip. Gözlemi iç gözlem ve dış gözlem olarak ikiye ayırabiliriz. Dış gözlem, “öteki/ben olmayan” canlı-cansız nesneleri, kendimizi veya aletleri kullanarak gözlemek olarak tanımlanabilir. Örneğin mikroskopla mantar hücrelerini inceleyen bir araştırmacı dış gözlem yapmaktadır. İç gözlem ise “ben”in gözlemlenmesidir. Örneğin uykulu-yorgun olduğumuzu, sıkıldığımızı, sıcak havalarda daha enerjisiz olduğumuzu hissetmek iç gözlemdir. İç gözlem “kendi”mize dair duyum, duygu ve düşünceleri içerir.

Empati bu iki deneyimin bileşkesidir aslında. Öteki ile kurduğumuz ilişkide ona dair gözlem yapmak, bunu içsel süzgecimizden geçirmek ve yaşadığımız deneyimi uygun biçimde iletmek. Israrla deneyim kelimesini kullanıyorum çünkü empati hepimizin içinde bir nüve olarak bulunan, bir kısmımızın çeşitli nedenlerle daha yetkin olageldiği insani bir yetidir (Sosyalleşmiş yüksek memelilerde de empati gözlenir, başkasının acısına ortak olmak türü ve grubu korur). Elbette üzerinde çalışılırsa yetenek artabilir, empatik olmak “anlaşılarak öğrenilebilir” fakat bu bisiklet sürmeyi, ütü yapmayı öğrenmekten çok, susmayı öğrenmeye benzer. Ötesi tek başına geliştirebileceğiniz bir şey değildir empati. İlişkiler içerisinde deneyimleyerek, pişerek empatiyi öğreniriz.

Empatinin kökeninde anne-bebek ilişkisi yatar. Kendimizi kolay ifade edemediğimiz, anlaşılmaya, yatıştırılmaya en çok ihtiyacımızın olduğu dönemdir bebeklik. Anne-bebek ilişkisinde söz-öncesi (preverbal) iletişim hâkimdir. Söz-öncesi iletişimde duygu dili konuşulur. Duyguların en çok ifade edildiği beden kısmı olan yüz ve yüze yansıyan duygular preverbal iletişimin sözcükleridir. Bebeğin yüzü annede, annenin yüzü bebektedir. Daha birkaç haftalıkken canlı olana, yüzünde ifade olana bakma eğilimi gösterir bebekler. Meme emerken memeye değil, annenin yüzüne bakarlar örneğin. Bebek annenin yüzüyle yatışır, annenin yüzünde kendini görür (aynalama). Babalar çoğu zaman farkına varmasa da anneler bebeğin farklı ağlamalarının farklı nedenlerini kolayca ayırt edebilir. Acıktığı için ağlayan bir bebeğe, annenin, mama mı istiyorsun, diye sorması bile yatıştırıcı olabilmektedir. İşte empati en somut anlamıyla budur: gözlemek-anlamak-ifade etmek.

Erişkin yaşantısında da insanlar arası iletişimin büyük kısmı duygular üzerinden yürür. Onlarca çeşit “hayır” tonu vardır: reddedici, öfkeli, şımarıkça, ayartıcı, sevecen, şaşkın vs. Sözcüklerin içeriğinden çok duyguları ve amaçlarından etkileniriz. Empati ile ilgili yanlış bilinen bir şey, empatinin salt sözel bir şey olduğudur. Bu anlayışın kalıpları Hollywood filmlerinde sıkça karşımıza çıkar: “seni anlıyorum”, “sakin ol, her şey kontrol altında”, “oh, üzgünüm” , “zor olmalı” gibi öğrenilmiş kalıplar empatik olmak bir yana antipatik gelebilir.

Popüler psikoloji de benzer biçimde ele alır empatiyi. İletişimi sözel içerikle sınırlar. Oysa hayata preverbal (söz öncesi) iletişimle başlarız ve hayat boyu hâkim kalan iletişim biçimi budur. Yani ilişkide yaşananlardan, konuşulanlardan daha önemlisi, bunların hangi atmosferde gerçekleştiğidir. Sevgi ve anlayışın hâkim olduğu bir atmosferde mecburi incinmeler çok daha kolay tamir edilir.

Bir deneyim olarak empati elbette ki insanların ruhsal derinlik ve incelikleriyle doğru orantılıdır. Empatik iletişim duygu eşliği yapabilmektir. Başkasının acısını, sevincini, korkusunu, kayıplarını anlayabilmektir. O duyguyu içinde hissedip, kendiliğinden (spontan) yanıt verebilmektir. Bütün yoğun duygular zaten bulaşıcıdır. Empati, bulaşan duyguya nasıl eşlik ettiğimizle, duyguyla nasıl baş edebildiğimizle ilgilidir. Empati, yardımcı olmaya, çözüm üretmeye, akılcı veya duygusal sözler söylemeye, kendi benzer acılarını anlatmaya indirgenemez. Bazen susmak, birlikte susmak en empatik yaklaşım olabilir.

Biraz da magazin! Oyun çocuklarıyla yapılan gözlemlerde, ekip içinde bir yaralanma olduğunda kızların hemen yaralıya yardıma koşmaya, hatta oyunu bırakmaya, erkeklerinse yaralı (çürük elma), oyun alanından çıkınca hemen oyuna devam etmeye eğilimi oldukları saptanmış (12) . Bu fark sanırım büyüyünce de devam ediyor. Genel olarak erkeklerin rasyonel düşünme, matematik, mekanik yetenekleri daha çok gelişime müsaitken, kadınların sezgi, empati konularında daha yetenekli oldukları düşünülür. Kişisel gözlemim, erkeklerin daha ziyade çözüm odaklı düşünüp-davrandıkları yönünde. Kadınlar duygu eşliği konusunda daha fazla antrenman yaparak büyüyor gibiler.

Bir çok ilişki sorunu çiftler arasındaki empati eksikliğinden kaynaklanır. Aynalanamayan partner kırılır, kızar, küser. Zamanla öfke birikir ve kişileri köprüleri atma noktasına getirir. Çözüm odaklı olmak elbette ki pratik bir tutumdur ve ama insani olan “anlayış”tır. Çünkü bilgisayar işletim sistemleri de çözüm üretebilir. Empati, işteşlik gerektirir: gülüşmek, ağlaşmak, şakalaşmak vs. Sevişmek de işteşliktir, didişmekten vakit kalırsa!