freud’un avukatı

   psikanaliz

“Biz psikanalistler Freud’un akıl sağılığına doğru kaçışından iyileşmeye çalışıyor olabiliriz.” D. Winnicott

“Grup Psikolojisi ve Ben Analizi”nde Freud grubu, lider etrafında ortak idealler için bir araya gelmiş topluluk olarak tanımlar (4). Grubu oluşturan bireyler için lider, hem idealin hem de gücün simgesidir ve çocukluktaki baba algısıyla örtüşür. Büyük değişimlerin, kuram ve ideolojilerin tartışmasız yaratıcılarına/liderlerine ise “Kurucu Baba” denir. Bir hareket olarak başlayan psikanalizin kurucu babası Freud’dur.

1895 yılında yayınlanan “Histeri Üzerine Çalışmalar”ı ilk eser sayarsak, yaklaşık 120 yıllık psikanaliz tarihinin üçte birine yaşayan Freud, geri kalanının önemli bir bölümüne de efsanesi damga vurmuştur. S.Mitchell’e göre kültürümüzde hiçbir entelektüel kuram böylesine tek elden çıkma değildir (5). Psikanalizin gerek kuramsal gerek kurumsal ilerleyişinde Freud, neredeyse ölümüne kadar tek adam olmuştur. Kurumsallaşma sürecinde birçok yol arkadaşı edinmiş, bazen zorla tavlamış, bazen de prensleri ile (Jung, Adler) yolları ayırmak zorunda kalmıştır. Zaman zaman kuramın bütününe uymayacak kendi düşüncelerini (mazohizm, baştan çıkarılma) bile zihninden aforoz etmiştir. Freud, tüm büyük dehalarda ve liderlerde görülen hırs, pratik-pragmatik olma, kontrol etme ve yönlendirme gibi tek başına düşünülünce olumsuz algılanabilecek özelliklerden muaf değildi. Meyve veren ağacın taşlanma riskinden de…

Freud sonrası ekol ve kuramcıların hepsi, yukarıda söz edilen nedenlerle, kendilerini ve fikirlerini tanımlarken Freud’u referans aldılar. Oldukça yeni ve farklı görüşler ileri sürenler bile Freud’a olan sadakatini bildirme gereğini hissetti. Bugün hala psikanalitik bir fikir ortaya atılacakken Freud’la hesaplaşılır. Bunda Freud’un dehası kadar kuramın tutarlı ve kapalı bir sistem olmasının da katkısı vardır.

Zihinlere kazınan güçlü bir figür ve kuramla rekabet etmek kolay değildir. Yeni fikirler, projeler, kimlikler oluşturmak; kendini ve bildiklerini yeniden tanımlayarak anlamak, dolayısıyla babayla/yasayla çatışmak ergenlikte geçtiğimiz bir süreçtir. Her taze kuram (ergen), olgun ve oturaklı klasik psikanalitik kuramla (babayla) çatışma yaşar. Biat da isyan da çatışmanın yoğunluğunu gösterir aslında.

Ebeveynle  (kuralla, yasa koyanla) çatışma büyümek için elzemdir. Çatışmanın şiddeti, süresi, biçimi aile dinamikleriyle (ebeveynlerin ilişkileri, kendi ergenlik çatışmaları vb.) ve toplumsal dinamiklerle belirlenir. Fakat görünen o ki çatışmanın en makul sonu babaya-anneye hakkını, iyisiyle-kötüsüyle teslim etmektir. Bu ancak ergen (ruhsal olarak) erişkin olduğunda mümkün olur.

Baba (yasa), başlangıçta çok önemsenir ve ciddiye alınır. Büyümek, çocuksu algılarımızdan sıyrılıp babaya bir erişkin gözüyle de bakabilmektir. Psikanalistler için bu sembolik olarak babayı öldürmektir. Babanın etki alanından, üzerimize düşen gölgesinden çıkmak, kendi hayatımızı inşa edebilmek için babayı da kendimizi de yeterince önemsemek ya da önemsememek gerekir.  O halde kadar ciddiyet yeter! Dilerseniz Freud’un kuramına yön verdiği dönemi (1895-1939), psikoloji dışındaki süreçle hatırlamaya ve anlamaya çalışalım:

1895- Lumiere kardeşler sinemanın ilki sayılacak gösterilerini yaptılar

1900- İlk taşınabilir fotoğraf makinesi üretildi

1904- Kol saati yapıldı

1917- Radyo icat edildi

1920- Amerikalı kadınlara oy hakkı verildi

1926- Tetanos aşısı bulundu

1930- Dondurulmuş gıda piyasaya çıktı

1939- Amerika’da ilk bulaşık makinesi yapıldı

Yukarıdaki buluşların birçoğu bize uzak geliyor ve artık teknolojik olarak çok daha gelişmiş olanlarını kullanıyoruz. Fakat bu buluşların şimdi hayatımızı kolaylaştıran eşyaların öncüsü olduğunu da reddedemeyiz. Büyük kuramcılara, liderlere neden böyle yapamıyoruz, neden onları hataları, sevapları olan “döneminin insanı” gözüyle bakamıyoruz? Sanırım hala babayla çatışıyoruz ve işin ironik yanı bu çatışma artık babanın umurunda değil!

Büyüme sürecinde ebeveynlerimizden sıkça “anne/baba olunca beni anlayacaksın” cümlesini duyarız. Klinik pratik de bunu doğrular. Çoğu zaman kadınlar anne olunca, erkekler baba olunca ebeveynleri ile helalleşme sürecine başlarlar. İsa’nın bir kıssası bunu anlatır. Evden ayrılan genç İsa, babasının pabuçlarını sırtında taşır. Yolculuk onu büyüttüğünde babasının ayakkabılarını hatırlar, ayakkabıları ayağına geçirdiğinde şaşkınlıkla tam da oturduğunu fark eder. Babasını anlamak için büyümeye, zamana ihtiyacı vardır.

Freud da dâhil kurucu babaların hakkını teslim etmek otorite çatışmalarımızı aştığımızda mümkün olabilir. Onu (yani psikanalizi) tam anlamıyla anlamak içinse iki yolumuz var: ya terapist olacağız ya da terapiden geçeceğiz. Psikanaliz okuyarak, babalık gözlemlenerek öğrenilmez…

Yorum yapılmamış

Bir cevap yazın