kıskançlık
“Kendini dölleyip, kendini doğuran bir canavardır kıskançlık” Othello/ Shakeaspare
İlkel topluluklardan bu yana süregelen doğadaki diğer canlılara ya da soyut kavramlara insan özellikleri atfetmek (antropomorfizm) çocuksu (animistik) bir düşünce biçimidir. Kendi doğasında yaşayıp giden domuzlar bu açıdan en çok haksızlığa uğrayan hayvandır. Domuzların kıskanç olmadığı, domuz eti yiyenlerin de eşini sahiplenme duygusunun kaybolacağı söylenir. Oysa doğada hiçbir şey diğerinden daha doğal değildir ve kıskançlık doğanın yasalarıyla belirlenir.
Evrimsel açıdan kıskançlık iç döllenme ile üreyen canlıların sorunsalıdır. Dişiler kendi yavrularına bakacak babayı, erkekler genlerini sürdürecek dişiyi ararlar. Uygar insan için de durum çok farklı değildir. Örneğin kadınlar aldatıldığında diğer kadına nasıl davranıldığına, erkekler aldatıldığında ise diğer erkekle nasıl sevişildiğine odaklanırlar. Dişi için kendi yavrusunu doğurmama olasılığı yoktur, oysa erkek bu konuda hep şüphede kalacaktır. Bu nedenle erkeklerin kıskançlığı ve sonuçları daha ilkel ve saldırgandır. İnsansoyu gelişkin zihinsel işlevleri ve karmaşık sosyal yapısıyla kıskançlığı üremenin değil ilişkinin sorunu haline getirir. Kıskanmadan sevemeyiz ama çoğu zaman kıskançlığımızla baş edemeyiz de.
Kıskançlıkla ilgili yazılar, birbiriyle sözleşmişçesine, sorunu kıskançlığın dozuna (şiddetine) indirger. “Romantik kıskançlık” sevginin göstergesi olarak doğal (normal), “Patolojik kıskançlık” bir hastalık olarak (anormal) kabul edilir. Kıskançlığın bir ruhsal düzey olarak ele alınması, kökenleri, kendine yakın diğer kavramlarla (özenme, haset) karşılaştırılması irdelenmez.
Özenme, imrenme en basit haliyle, bende olmayanın edinilmek istemesidir. Özenilen şeyin niteliği ve nasıl elde edileceği ile ilgili sağduyu kaybolmamıştır. Örneğin, düzenli spor yaparak hem sağlığını hem formunu muhafaza eden birine özendiğimizde, onun bu konudaki emeğine saygı duyar, istersek ve sebat edersek bizim de aynı şeye ulaşacağımıza inanırız. Sağlıklı ve formda olmayı hem başkası hem kendimiz için isteriz. Özenme kişiden (“nesneden”) çok kavramla (“şey”le) ilgilidir. Özenirken, özendiğimiz şeye zarar gelmesini istemeyiz.
Haset ise oldukça yıkıcı sonuçlara yol açabilecek primitif (ilkel) bir duygudur. Hasette, tutkuyla arzulanan şeyin, elimizden alındığı, hakkımızın (afiyetle) yenildiği duygusu hâkimdir. Arzulanan şeyin, sahip olandan alınıp, bize verilmesini, ötekinin eskisinden beter olmasını dileriz. Hasette genelde üçüncü yoktur ve kökeni, Klein’a göre üçüncünün dışlandığı anne-bebek ilişkisindedir. Oldukça ilkel ve düşmanca bir duygudur haset. Hasetli kişi bir türlü memnun (tatmin) olmaz.
Kıskançlık, sevilen nesneye, şartsız-koşulsuz sahip olmayı istemektir. Çünkü sevilenle seven (özne ile nesne) arasına üçüncü girmiştir. Arzu nesnesinin veya ona sahip olanın kendine özgüllüğü önemsizleşir. Mühim olan kıskancın ihtiyacıdır. Özenmedeki sağduyuyu, hasetteki düşmanlığı taşımaz kıskançlık. Özenmede istenilen şeyin gerçekleşmesinde bir acelecilik yokken haset ve kıskançlık arzunun/tutkunun doğası itibariyle sabırsızdır. Tüm bu kavramlar, rekabetle (kazanma-kaybetme), rekabetle nasıl baş ettiğimizle yakından ilintilidir.
Erişkin cinsel aşkında kıskançlık, “sahip” olduğunu/olmak istediğini kaybetme ihtimaliyle kamçılanır. Kökenleri ödipal (3-6 yaşları arası) dönemdedir. Erkek çocuk üzerinden anlatalım. Erkek çocuk ödipal dönemde annesine çocuksu bir aşk duyar ve babasının aradan çıkmasını ister ( tüm sürecin bilinçdışı olduğunu ve çocukların bu dönemde kafalarının çok karışık olduğunu hatırlatmalıyım). Fakat baba, babanın sevgisi, aile bütünlüğü kolay vazgeçilebilecek şeyler değildir. Öte yandan bu bilinçdışı fanteziler nedeniyle yine bilinçdışı zarar görme (kastrasyon) fantezileri/anksiyetesi de gelişir. Yani baba çekinilen ve biat edilmesi gereken bir figür olarak da belirir. Aynı zamanda anne ile baba arasındaki ilişki, sevgi, annenin babayı niye sevdiği, annenin kendisini de o şekilde sevebilmesi için donanımının olup olmadığı da çocuğun kafasını karıştırır. Nihayetinde bu karmaşa ağır gelir ve sağlıklı gidişatta, çocuk babayla ve anneyle arasındaki düzlem farkını, kuşak farkını, “güç” farkını kabullenip, uslu ve sevilen çocuk olmanın keyfini çıkarmaya çalışır.
Fakat bu “ilk aşk” ve deneyimleri zihnimizin derinlerine kazılır. Erişkinlikteki aşk da en az üç kişi arasındadır. Üçüncü, ihtimal olarak flörtte daha belirgin olmak üzere cinsel aşkın başından sonuna kadar çifte eşlik eder. Kıskançlık bu ihtimalle nasıl, ne kadar baş edebildiğimizdir. Paradoksal olarak ilişkiyi ayakta tutan şeylerden biridir bir başkasının olma ihtimali. Kaybetme korkusu çiftlerin birbirine ilgisini, sevgi ve saygısını düzenler.
Çocukları çatışmalı gelişim dönemlerindeyken, ebeveynlerinin de o döneme ait kendi çatışmaları canlanır. Örneğin ergenliğini yaşayan çocuğumuzun karmaşasına, iniş çıkışlarına tahammülümüz kendi ergenliğimizle, ergenlik çatışmalarımızla ne kadar barıştığımızla da ilgilidir. Dolayısıyla çocukları ödipal dönemde olan ebeveynlerin tutumlarını kendi ve kendilerine miras kalan ödipal çatışmalar belirler. Örneğin çocuğun babayla rekabeti şiddetle engellenirse, çocuk zihnine, rekabetin “korkunç” bir şey olduğunu kazıyabilir. Örneğin anne, çocuğuna “küçük” olduğunu “yeterince” hatırlatmaz yani ayartırsa bu sefer çocuk, düzlem farkını, kuşak farkını, sevgiler arasındaki farkları yok sayarak birçok şeye (beklemeden, çaba sarf etmeden) hakkı olduğu duygusunu geliştirebilir.
Netice itibariyle ödipal dönem, rekabetin, kuşak farkının, cinsiyetler arası farkın, sevginin niteliğindeki farkların (çocuk sevgisi, eş sevgisi, aile sevgisi), üçüncünün varlığının, bazı toplumsal normların (ayıp, yasak, hak) öğrenildiği, cinsel kimliğin bütünleştiği bir dönemdir. Tüm bu kavramlar kıskançlık ve düzeyiyle yakından bağlantılıdır. Ancak kıskançlık preödipal dönemle de ilgilidir.
Klinik gözlem, romantik olmayan kıskançlığın anneyle ilişkiyi beklenmedik ve ani biçimde kesen, cinsiyet ayrımı, güzellik-şirinlik ya da hastalık nedeniyle kayırılan kardeşle ilgili olduğunu gösterir. Özenme iyicil bir duyguysa haset şeytanidir ve patolojinin derinliğini gösterir.
Romantik kıskançlık, çocuksu cinsellikten kalan bir iz olarak erişkinlikte varlığını sürdürür. Kıskançlığın derinliğini, üçüncüyü ihtimal olarak kabul etmeyle (olgun), üçüncünün ihtimaline katlanamama (çocuksu) arası bir spektrum belirler. Ne kadar kıskanç olduğumuz, kıskançlık duygularımızla barışıp barışmadığımız, kıskançlığımızla ne yaptığımız ruhsal olgunluğumuzun önemli bir göstergesidir.