sıkıntı

   psikanaliz

                                                       “Yaşam sıkıcıdır dostlarım. Bunu dile getirmek gerek.” /  J. Berryman

“Uzun yaz öğlenlerinde zaman, Ege’nin acımasız sıcağı gibi üzerime çöküyor. Bedenimi nem, zihnimi zaman terletiyor. Sokak bomboş, asfalt güneşin altında erimiş. Buğu dışında hareket eden bir şey yok. Ev ıssız. Yeni başladığım boyumdan büyük romanın içine bir türlü giremiyorum. İçerisi de dışarısı da çok sıkıcı. Ne yapmalıyım?”

 

Nedir sıkıntı? Normal midir, anormal mi. İçerden dışarı mı büyür, dışardan içeri mi? Hiç sıkılmayan biri var mıdır?

Sıkıntı herkesi ilgilendirir ve günümüzde yaşadığımız birçok insanlık durumu (endişe, yabancılaşma vb) gibi sıkıntı kavramı da modern dünyanın bize hediyesidir. Romantik döneme kadar sıkıntıdan bahsedilmez. Antik Yunan’dan ortaçağa kadar sıkıntıya en yakın kavram olan acedia”, kişinin ruhani boşluğunu, amaçsızlığını tanımlamak için kullanılır. Şeytani veya kötücül bir durumdur acedia. Günlük yaşamın değil manevi eksikliğin bir sonucu olarak görülür. Oysa sıkıntı adeta modern insanın ayrıcalığıdır. Goethe, maymunların sıkılabilme kabiliyetleri olsa insani varlıklar olarak kabul edilebileceklerini yazar (120).

Birçok filozofa göre sıkıntı ile anlam kaybı arasında bir bağlantı vardır. Sıkıntı kişisel anlam yoksunluğunun tezahürüdür. Sıkılırken zaman, içinde hapis olunan bir boşluk gibi algılanır.

Sıkıntı çoğu kez tekrarlardan veya istemediğimiz bir şeyi yapmaya zorunlu hissetmemizden kaynaklanır. Hayatın monotonluğu, deneyim ve anlam eksikliği sıkıntının en sık nedenidir. Çoğumuzun zihninde olduğu gibi çalışmamakla, boş olmakla (aylaklıkla) ilgili değildir sıkıntı. Bir üretkenlik ve değer sorununu yansıtır. Adorno, sıkıntıyı birebir yabancılaşmayla açıklamıştır.

Martin Doehleman dört çeşit sıkıntı tipi tanımlar: 1- Durumsal sıkıntı, 2- Doygunluk sıkıntısı, 3- Varoluşsal sıkıntı, 4- Yaratıcı sıkıntı. Flaubert ise daha keskin iki kategori önerir 1- Ortak sıkıntı, 2- Modern sıkıntı. Sıkıntı ya verili duruma ya da varoluşa dair derin bir tatminsizliği ifade eder. Filozofların ilgisini varoluşsal anlam-değer yoksunluğunun başat olduğu sıkıntı tipi çeker. Psikoloji ise bence her ikisiyle de ilgilenmelidir.

Psikiyatrist ve terapistlere sıkıldığınızı söylediğinizde, size sıkıntıdan ne kastettiğinizi sorma ihtiyacı duyarlar. Çünkü günlük dilde sıkıntı kelimesi birçok halet-i ruhiye için kullanılır. Oysa orijinal haliyle sıkıntı hepimiz için oldukça bilindik bir yaşantıdır. Özellikle de çocuklukta.

Çocukluk sıkıntı nöbetlerinin en çok yaşandığı veya dile getirildiği dönemdir. Her çocuğun da söyleyebileceği gibi sıkılmak insanın yapacak hiçbir şeyinin olmamasıdır. Erişkinlikte sıkılma hissi arızi olarak değerlendirilir: inkâr edilir, geçiştirilir veya hızla çare aranır. Gerek çocuklarımız, gerek kendimiz için sıkıntı normal şartlarda olmaması gereken bir şey-durum olarak değerlendirilir. Çoğu zaman sıkıntı bir fırsattan çok zaman kaybı olarak algılanır.

Psikolojik açıdan sıkıntı, bir şeyleri istediğimiz ama ne istediğimizi bilmediğimiz, amacı bulanık bir doyumsuzluk anı olarak tanımlanabilir. Umutla umutsuzluğun, hareketle durağanlığın arafında kişiyi çaresiz bırakan bir yaşantıdır. Sıkılan kişi, bir şeylerin olmasını/değişmesini ister ama bunun ne olduğu ile ilgili açık bir fikri yoktur. Kabaca kendisini içinde bulunduğu durumdan kurtaracak “bir şey” olmasını bekler. Bunu edilgen olarak da bekleyebilir, etkinliklerle de sıkıntıdan kurtulmaya çalışabilir. Günümüzde “yeni”, “ilginç”, “keyifli” ambalajlarıyla pazarlanan birçok etkinlik sıkıntıdan kaçmaya yönelik ikamelerdir. Ne kadar çok ikame varsa o kadar çok sıkıldığımız aşikârdır.

Adam Phillips’e göre sıkıntı yas tutmayla ilgilidir (121). Belki de sıkıntı sadece günlük yaşamın yasının tutulmasıdır.  Yas ve Melankoli’de Freud “ İnsan bir kaybın gerçekleştiğini hisseder, ancak yitirilen şeyin ne olduğunu açıkça göremez; hastanın neyi yitirdiğini bilinçli bir biçimde algılayamadığını varsaymak ise daha mantıklıdır.” der. Sıkıntı çeken kişinin yitirdiğini yaşantıladığı şey ise, hiçbir şeyin çekici görünmediği o anda “yapılacak bir şey”dir. “Yasta güçsüz ve boş hale gelen dünyadır, melankolideyse egonun kendisi.” der Freud. Sıkıntıda ise her ikisi de güçsüz ve boş hale gelir.

Yas tutma/tutabilme kapasitesi ruhsal olgunluğun önemli bir göstergesidir. Kayıpları kabullenmeden kazançları içselleştirmek güçtür. Yas-lanarak büyürüz. Eğer sıkıntı “arzulanan şey”in yasını tutabilmek, arzuya kavuşamamayı kabullenmekse, aslında sıkılarak da büyürüz. Sıkıntıyı atlatılacak değil, içinden geçilecek bir yaşantı olarak kabul etmek, sıkıntıyla yararlı başa çıkma mekanizmaları üretebilmemizi sağlayabilir.  İnsan belki de, cazip bir hayat sürmediğini fark etmeye başlayınca yetişkinliğe adım atar. Sıkıldığımıza sıkılmadığımızda yetişkin olduğumuz söylenebilir.