uydu çocuk
“Ya içindesindir çemberin / ya da dışında yer alacaksın” M.Mungan
Anadolu’da “tekne kazıntısı” deyimi, anne-babanın “yaşlılık” dönemine denk düşen son çocukları için kullanılır. Deyimin, ekmek yaparken kullanılan tekne biçimindeki tahta kapta kalan son hamur parçasını tanımladığı rivayet edilir. İsraf olmasın diye tekne kazıntısı hamurla yapılan ekmek, diğerlerinden daha küçük ve lezzetsiz olurmuş. Bu sevimsiz deyim, ileri yaşta yapılan çocukların yaşadığı ek sorunlar ve hastalıklara dair yüzyılların gözlemini yansıtır (65).
Başta anne olmak üzere ebeveynlerin yaşı, gebelik ve çocuk sağlığı açısından önemli faktörlerden biridir. Yumurtaların ve spermlerin belirli bir rezervi vardır ve yaş aldıkça hem rezerv azalır hem de kalite düşer. İleri yaş (anne için 35 üstü) gebeliklerde düşük, erken doğum, gelişme geriliği, zor doğum ve bazı genetik hastalıkların riski artar. Anne için de gebeliğin zor geçme olasılığı artmıştır. Baba yaşı için de biraz daha esnek olmak üzere benzer risklerin olduğundan söz edilebilir. Değişen sosyal koşullarla birlikte ileri yaşta çocuk sahibi olma oranındaki artış, muhtemelen bu konu üzerindeki bilgilerimizi yeniden gözden geçirmemize neden olacaktır.
Yaş aldıkça çoğul gebelik riski de artar. Doğada birçok hayvan bir batında birden çok yavru doğururken, insanlar için (doğal yollarla) çoğul gebelik istisnadır. Memelilerde, dişideki meme sayısı, batındaki yavru sayısıyla orantılıdır. Doğal ortamda, yavru sayısı arttıkça hayatta kalma olasılığı da azalır. Örneğin kedigillerde oran yarı yarıyadır. Doğurganlık periyodu, gebelik süresi, yavrunun büyüme süresi, kızışma dönemleri hayvanların yavrulama sayılarını belirlerken, insanda durum biraz daha karışıktır ve psikososyal faktörler ön plana geçer. Lohusalık ve emzirme, gebelikler arası bir süreyi zorunlu kılar. Bir batında tek bebek doğurulması, gebeliğin görece uzun süresi, iki çocuk arası zorunlu bir süreye ve kast sistemine neden olur: büyük, ortanca (aradakiler) ve küçük çocuk.
Psikanalizde her birey ve hikâyesi, kendi çoklu değişkenleriyle biricik olarak ele alınır. Dolayısıyla genellemelerden kaçınılır. Anayol psikanalizden kopup kendi (Bireysel Psikoloji) kuramını oluşturan A. Adler’in, önemsediği konulardan biri de kardeş sırasıdır. Gerçek doğum sırasının her zaman “psikolojik doğum sırası” ile örtüşmediğini, çocuğun kardeş dizgisindeki kendine ait yeri algılayışı ve konumlandırışının önemli olduğunu vurgular (66).
Adler’in açtığı yolda yapılan çalışmalarda ilk çocuğun (ilk göz ağrısının) daha fazla ilgi gördüğü, ikinci çocukla (davetsiz misafir) pabucunun dama atıldığı, lider özellikleri (yönetme, sorumluluk) edindiği, muhafazakâr eğilimleri olabileceği saptanmıştır. Ortanca çocuğun ihmale açık olduğu, kendine has bir özelliği olmadığı hissiyle büyüyebileceği, adalet ve eşitlik konularında duyarlı olabileceği belirtilir. Küçük çocuk (prens/prenses) için şımartılma riskinin olduğu, büyüdüklerinin kabul edilemediği, çok ciddiye alınmadıkları, yetersizlik duygusu yaşayabilecekleri, itaatkâr ve “eğlenceli” olma eğilimlerinin olduğu saptanmıştır. Kardeş sırasıyla liderlik, meslek seçimi, adalet anlayışı gibi konularda yapılan çalışmalar ilgi çekici olsa da, genel kanı ailenin tutumu ve bireysel özelliklerin daha önemli olduğudur. Her durumun, tek çocuk da dâhil, kendine ait avantajları ve dezavantajları olduğunu kabul etmek gerekir. Çocuk olmanın kolay yanları olabilir ama büyümek zordur.
Büyümek ister istemez travmalara maruz kalmak demektir, bu nedenle terapi süreçlerinde erişkinler, kendi doğum sırasıyla ilgili olumsuzlukları daha çok hatırlar. Erişkinler eşitlik beklediklerini hatırlasa da, çocukken biricik olmayı, en iyi ihtimalle eşitler arasında birinci olmayı arzulamış olabiliriz.
Klinik deneyimde ilginç bir durum tekne kazıntısı çocuklardır. Erişkin terapilerinden edindiğim gözlem, bu durumun kültürün normların dışında bazı aile dinamiklerine yol açıyor olduğu. Deyimin olumsuz çağrışımları nedeniyle “uydu çocuk” gibi bir terim buldum ve öyle kodluyorum zihnimde. Çünkü kardeşten veya peş peşe doğan kardeş gruplarından sonra açık bir arayla doğan bu çocuklar, aile çemberine (gezegene) sonradan eklemlenmeye çalışan ama bu hissi tam anlamıyla yaşayamayan modüler bir parça (uydu) gibi duruyorlar. Aradaki çekimin ve gerilimin sürekli hissedilmesi nedeniyle kara parçasına yakın bir “ada” gibi de değiller. En azından benim gördüklerimin önemli bir kısmı. Bu da aile dinamiklerinde çeşitli farklılıkları beraberinde getiriyor. Birbiriyle bağlantılı klinik gözlemlerimi, her hikâyenin biricik olduğunu ve genellemelerin her özeli yansıtmayacağını kabul ederek basitten karmaşığa doğru sıralayacağım.
1- Öncelikle ileri yaş anne-babanın çocukları gebeliğe, bebeğe bakıma dair endişenin ve zorlukların yükünü hissediyorlar. Ebeveynlerimiz de bunları anlatmaya oldukça meraklılar. Dolayısıyla “yük olduğunu” hissetmek ilk zorluklardan biri.
2- Genellikle beklenmedik/plansız gebelikler uydu çocuklar. Dolayısıyla derinlerde, “istenmediklerine” dair bir his yakalarını bırakmıyor.
3- Emzirme ve anneyle simbiyotik ilişki daha kısa sürüyor genellikle. Buna rağmen annenin endişesini, beklentilerini, hayal kırıklıklarını daha çok paylaşma, annenin ihtiyaçlarını karşılama yönünde daha hassas oluyorlar. Bu çocukların anneyle aralarında uzak ama “özel” bir bağ oluyor.
4- Çocuk kendini bildiğinde, ağabeyler, ablalar ergen veya genç erişkin oldukları ve kısmen kimliklerini edindikleri için, kardeşlerinin “terbiyesi”nde rol alıyor, bir nevi yarı-anne/baba oluyorlar. Bazen büyük kardeş hemen her anlamda ebeveyn yerine geçebiliyor. Kardeşlerden biri köprü olursa aile iki buçuk kuşağı, olmazsa üç kuşağı temsil ediyor. Çoğul ebeveynlik dezavantaj olabileceği gibi ebeveynlerin ihmaline karşı koruyucu da olabiliyor.
5- Uydu pozisyonunda olmak, merkeze (anne-babaya) ve kardeş grubuna (aile çemberine), en azından çocuklukta kapanmayan bir uzaklığı, dolayısıyla “dışlanmışlık” hissini beraberinde getiriyor. Ailenin ortak diline, geleneklerine, anılarına uzak ve yabancı olmak, dışlanmışlık ve yalnızlık hissini körüklüyor. Yalnız oynamak, hayal kurma yeteneğinin gelişmesine ve yaratıcılığa neden olabiliyor.
6- Ebeveynlerin dışa vuran davranışları (birbirlerine yakınlıkları, flörtleri, sevgi gösterileri), çocuğa olan mesafeleri (kuşak), kardeşlerin konumu, rekabet dinamiklerini de karıştırıp, kiminle nasıl rekabet edeceğini şaşıran çocuğun sağlıklı rekabeti öğrenmesi zorlaştırabilir. Büyük kardeşler tarafından çok da desteklenebilir, kösteklenebilirler de.
7- Her çocuk büyümeyi ister ama uydu çocuk için büyümek iki kuşağa da yetişmek anlamına gelebilir. Bu nedenle yetersizlik hissetmeye eğilimli olabilirler.
Uzatılabilecek listeyi sınırlı sayıda klinik olgunun ortak yanlarının bir özeti, ilginç bir fenomene dair ilk görüşler olarak algılamak ve verileri daha fazla zorlamamakta fayda var. Öte yandan küçük çocuk olmakla benzerlikleri ve farklılıklarının tespiti de önemli. Cinsiyet farkının etkileri bir başka soru.
Klinik pratikte gerek çocuklarla gerek de erişkinle çalışan ruh sağlığı profesyonelleri, kardeş rekabeti, kardeşler arası ideal yaş farkı, büyük kardeşin sorumluluk alanı gibi oldukça somut ve ihtiyaçtan doğan sorularla karşılaşıyorlar. Uydu çocukların sayısı artar mı belirlemek zor ama kadınların çalışma yaşamındaki yerleri, artan boşanma oranları gibi değişen sosyal şartlarla, orta yaşta anne olma yüzdesi de artacağa benziyor.
Bana kalırsa tekne kazıntısının kültürel çağrışımlarındansa “uydu çocuğun” psikanalitik çağrışımları daha fazla gözlemi hak ediyor. Kadim Anadolu kültürünün başka bir deyişi ile bitirelim: “Geç olsun da güç olmasın.” Çocuklar için de…