mahremin ifşası

   psikanaliz

Mahremiyet (Intimacy, 2001) filminde her çarşamba sadece sevişmek için bir araya gelen Jay ve Claire’in hikâyesi anlatılır. Çift, konuşmamak/tanışmamak üzerine anlaşmıştır fakat bir müddet sonra Jay Claire’e âşık olur ve hakkında daha fazla şey bilmek için onu takip eder. Yakınlık (cinsellik, dostluk, ortaklık) güven ihtiyacının tetiklediği bir merakı doğurur.

Arapçada  “haram” (tabu, yasak) kelimesiyle aynı kökten gelen mahrem dilimizde 1- akraba olduğu için nikâh düşmeyen kimse, 2- gizli, 3- sırdaş anlamlarında kullanılır. Namahrem ise nikâh düşen, “yabancı” anlamına gelir (22). Toplumun belirli şartlarla onayladığı çiftleşme kurumu olarak evlilik, mahremiyet (gizlilik) üzerine kuruludur.

Cinselliğin (çiftleşmenin) düzenlenmesi ve hiyerarşisi, yüksek memelilerde, topluluğun bekası için elzemdir. Doğada aile, üreme yani türün devamlılığı için kurulur. İnsan yavrusunun görece uzun sürede erişkin olması ve kurduğu karmaşık sosyal sistem ailenin işlevlerini ve önemini arttırır. Doğduğumuz/kurduğumuz aileyi herkesten çok önemseriz ve yaşam boyu unutmayız, aidiyet duygumuz çok güçlüdür. Bu önemli kurumun korunması ve devamı için, aile içi cinselliğin (ensest) yasaklanması gerekir. Kutsal kitaplarda insanlığın çoğalmasına dair hikâye dışarıda bırakılırsa, uygarlığın ilk şartı ensest yasağıdır. Aile, çemberin hem içinde hem dışında sınırları ve sırları olan karmaşık bir örgütlenmedir. Karı ile koca arasına girilmez.

İnsan soyu için cinsellik mahremdir. Sadece cinsellik değil, boşaltım, beslenme, uyuma gibi temel ihtiyaçlar için farklı zaman mekânlar yaratılır. Muhtemel ilk sebep bu edimler sırasında savunmasız olmamızdır. Diğer sebep utançtır ve uygarlık insanın ihtiyaçlarını başkasının karşısında gidermeme konusunda keskinliği değişen kurallarla bu utançla baş etmeye çalışır.

Utanç duygusunun temelleri anal dönemde (1,5-3yaş) atılır. Çekirdek cinsel kimliği gelişmeye başlayan çocuk, erkek ile kadın arasında farklar olduğunu anlamaya; boşaltım kaslarını büzmeye ve boşaltımın gerilimine katlanmaya, nerede, ne zaman bu ihtiyacını karşılayabileceğini öğrenmeye başlar. Anal dönemi çocuklar, mahrem/mahrem olmayan, tutmak/bırakmak, özerklik/utanç çatışmalarıyla geçirir. Ayıplar, yasaklar ve toplumsal beklentiler bu dönemde dayatılır. Dolayısıyla tuvalet eğitimi, hem “yapan ben” hem de “gözlenen ben” olma üzerinden ilk mahremiyet alanımızdır. Anal dönemde temelleri atılan utanç ve mahremiyet duygusu ödipal dönemde cinsellik üzerinden perçinlenir.

Freudien kuramın mihenk taşı/dönüm noktası olan ödipus çatışması (3-6yaş), çocuksu cinselliğin ebeveynler üzerinden kültürle/uygarlıkla uzlaşmasını anlatır. Çocuk, cinsel dürtülerini/fantezilerini karşı cins ebeveynden çekmeyi ve dürtülerin enerjisini uygarlığın taleplerine (okul, çalışmak vs.) yatırmayı kabul ettiğinde, yani erteleyebildiğinde, ilerde çiftleşmeye hak kazanır. Cinsel dürtüler, uygarlık/yasa adına bastırılmalı, cinsellik çocuk için gizli/gizemli kalmalı, başka alanlara (öğrenme) yönelteceği merakı körüklemelidir.

Psikanalitik anlamda merakın şiddetini, merakımızla nasıl baş ettiğimizi cinsellik belirler. Anal dönemde dünyayı (çevreyi) merak eden küçük kâşifin, ödipal dönemdeki ilgi alanı cinselliktir. Bu dönemde çocuklar örtünen vücut bölümlerine, kızlarla erkekler arsındaki farklara, çocukların nasıl dünyaya geldiği sırrına çok meraklıdır, hatta neredeyse merakının kölesi olur. Hepimizin bildiği gibi çocuklar içinde cevabın olduğu bilmecelere, gizlenen yerlerin sabit olduğu saklambaç oyununa bayılırlar. Sezdiğini, merak ettiğini araştırıp bulmak (keşfetmek) insan soyunun en büyük hazlarından biridir. Çocuğun zihninde anne ile baba arasında ne olup bittiğine dair sır “primer (asal) sahne” ile açığa çıkar.

Primer sahne, çocuğun fantezilerinde merak, korku ve karmaşayla yer alan cinsel birleşmeyi görmesi veya gördüğünü düşlemesini tanımlar. Mahrem olan ifşa olur. Bu anı/fantezi, çocuğun hazır olmadığı gerçekle yüzleşmesidir ve genellikle korku, dehşet, tiksinme, öfke, hayal kırıklığı gibi olumsuz duygu izleriyle kodlanır. Primer sahne gerçek bir yaşantıdan ziyade cinsel birlikteliğin ne olduğunun anlaşıldığı bir fikir/kavrayış olarak değerlendirilir (23). Bu nedenle hemen herkesin gerçek veya sembolik bir primer sahnesi vardır. Aynı zamanda karşı cins ebeveynin arzusu olma hayalinin yıkımı (yani ödipal yenilgi) olan primer sahne, eşlik eden duygular nedeniyle anne-baba arasındaki mahreme çocuğun burnunu sokma girişimlerini sonlandırır. Ancak kendinden saklananı öğrenmeye, gizli/gizemli olanı deşifre etmeye dair arzu kültürel ürünlerde (gizemli öyküler, definecilik, komplo teorileri) izlerini sürdürür.

Ödipal dönemin ardından cinsellik gizil (latent) kalır, merak toplumsal beklentilere yatırılır, karşı cinsten uzaklaşıp hemcins arkadaşlıklar-yakınlıklar başlar (çete dönemi). Ergenlikte ödipal dönem çatışmaları ve cinsel ilgi tekrar canlanır. Mastürbasyon ergenin mahremidir. Bu sefer roller tersine döner. Anne-baba, ergenin cinselliğini merak etmeye, ergen kendini ebeveynlerden gizlemeye başlar. Yetişkin çiftleşmeye hak kazandığında eşiyle kendi mahremini oluşturur.

Özetini geçtiğimiz Freud’un hikâyesi cinselliğe dair katı ahlaki kuralların olduğu Viktorya dönemi insanını anlatır. A.Giddens, geniş aileden çekirdek aileye geçişin, özel hayatla kamusal hayatın kesin çizgilerle ayrılışının ve nihayetinde cinsel devrimin, mahrem algısını değiştirdiğini, kadın üzerinden algılanan gizliliğin, eşitler arası mahreme dönüştüğünü savunur. Mahremiyet artık kuşaklar arası bir aktarım değil, çiftlerin talebi, dahası bireysel bir hak haline gelir (24)

XX. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte mahrem ifşa edilir, yatak sırları açığa çıkar (A. C. Kinsey’in çalışmaları bu sürecin özetidir). Katı ahlaki kurallar önce yumuşar sonra anlamsızlaşır. Gelenekle bağlarını koparan postmodernizm, utancın üzerini örten mahremiyet perdesini yırtıp atmaya çalışır. Sarkaç bir uçtan ötekine salınır. Cinselliğini bastıran, korkan, arzularından suçluluk duyan insanların yerini, cinsel performansından endişe duyan insanlar; sevişmedeki anlamın, tutkunun, zevkin yerini başarı/skor alır. Cinsellik keşfedilmesi gereken bir deneyimden, öğrenilmesi gereken bir yetiye dönüşür.

Viktorya dönemi insanı “sekse karışmadan aşkı arar, modern insan ise aşka bulaşmadan seksi bulmaya çalışır.” Çağdaş insan bedenine ve duygularına yabancılaşırken, seks hayatın her alanına hayâsıza yayılır. Mahremiyetin naif yanları ıskalanır. Rollo May, bu süreci “yeni püritenlik” (tutuculuk) olarak tanımlar ve bu tutumun fark etmeden psikiyatri içine sızdığını belirtir. Cinsel terapiler çözüm odaklıdır ve cinselliğin didaktik bir biçimde öğretilmesini amaçlar. Terapist, mahrem olanın utancını aşmış kişidir ve çiftin arasına girer. Seks değil, haz alınan cinsellik hedeflenir ve içgüdüsel donanımın da katkısıyla genellikle hedeflediği başarıya ulaşır. Ancak postmodernizmin (genel) sorunu Eros’un (aşkın, tutkunun) cinsellikten koparılmasıdır (25).

Eros, Psike’ye âşık olur ve onu şatosuna getirir. Kanatlarını görüp tanrı olduğunu anlamasın diye sadece geceleri, karanlıkta onunla birlikte olur ve mumları yakmaması için eşini uyarır. Psike merakına yenilir ve şamdanla Eros’u incelerken onu uyandırır. Sırrı açığa çıkınca Eros küser ve Psike’yi terk eder. Görülmeme isteği, mahremiyetin ve utancın yapı taşıdır.

Herkesin içinde başkasına mahrem, hatta kendine mahrem-ulaşılmaz yanlar vardır. İlişkide bunları deşifre etmeye yönelik merak gizemi öldürür, çünkü sadece güvene değil, gizem ve maceraya da ihtiyaç duyarız. Partneri “ciğerine kadar bilme” arzusu ilişkinin canına okuyabilir. O halde uygun dozda mahremiyet, tıpkı utanç ve merak gibi, sağlıklı ruhsallığının/gelişimin bir parçasıdır. Mahremiyet ar ile arsızlık, merak ile cevap, göstermekle gizlemek arasındaki gerilimli mecraya ait bir duygudur ve bu gerilimlere katlanabilme kapasitesini gerektirir. Her şeyi merak edebiliriz ama merak ettiğimiz her şeyi öğrenemeyiz. İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir. En başından beri…

Psikanaliz yaradılış mitine kendi (çocuğun) penceresinden bakar. Âdem ile Havva’nın merak ettiği kutsal bilgi/yasak meyve geniş anlamda cinselliktir (Kutsal Kitap’ta “bilmek” sevişmek anlamına da gelir). Merakları nedeniyle cennetten kovulur, eksik kalırlar (elmanın iki yarısı olurlar). Kendilerini/cinselliklerini keşfettiklerinde (kendilerini bildiklerinde) utanır ve örtünürler. İnsan soyu merakının kurbanıdır ama merak etmeden de insan (eksik) olamaz, tamamlanma arzusu duyamaz; meraka ihtiyacı olmayan Tanrı’dır:

“Şüphesiz ki O her şeyi görür ve bilir.”