duygu işçiliği

   psikanaliz psikiyatri

Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!” /Yeşilçam’ın klasik repliği                                                           

Süskind’in kült romanı “Koku” da annesi tarafından ölüme terk edilmişken bulunan ancak tuhaflığı nedeniyle kimsenin bakmak istemediği Grenouille’in hikâyesi anlatır. Grenouille muazzam koku alma yeteneği dışında insani duyum ve duygulardan uzaktır. Oysa koku duyusu birçok duyguyla, en çok da haz ve iğrenme ile yakından ilişkilidir. Kafatasımızdaki koku sinir hiçbir bağlantı yapmadan direkt koku merkezine duyuyu iletir. Duygularımızın kaynağı olan orta beynin diğer adı rhinensefelon, yani koklayan beyindir.

İnsan beyni kolaylaştırmak için anatomik olarak üç katmana bölünebilir. Beynin tabanındaki ilkel beyin, vücudun solunum, barsak hareketi, kalp atımı gibi yaşamsal işlevlerini, orta beyin (özellikle amigdala) ise duygusal-duyusal işlevleri üstlenir. Üst beyin (korteks) ise bilinçli işlevlerimizin gerçekleştiği katmandır. Evrimsel olarak da gelişimin böyle olduğu düşünülür. Beynin belli bölgelerinin belli işlevleri yürüttüğü fikri geride kalsa da (birçok alan birlikte koordine çalışır) kabaca, duygular üst ile alt beyinden kaynaklanır ve bilinçsiz ile bilinçli arası alanda kalır. Adlandırmak düşünsel bir işlemdir, hissetmek ise elimizde değildir.

Tıpkı aşk gibi, estetik (güzel bulma) gibi hepimizin yaşantıladığı fakat tanımlamakta zorlandığı bir kavram duygu. Duygu, duyu, duyum kelimelerinin, hissetmek, anlamak, fark etmek anlamına gelen “tuy”dan köken aldığı söyleniyor. Duygu ise belirli bir olayın iç dünyamızda yarattığı izlenim veya kendine özgü ruhsal hareketlilik olarak tanımlanmakta.

Duyguların kökeni ise tanımından daha karmaşık. Üzerinde en fazla uzlaşılan teori duyguların dürtü türevi (çeşitlemesi) olduğu yönünde. Ancak son dönemde, özellikle primer (ilksel) duyguların kendilerinin birer dürtü olabilecekleri belirtiliyor.

Primer duygular, teknolojinin ayak basmadığı kabile üyelerinden, metropelde yaşayan şehir insanına kadar birçok kültürde çeşitli (“facial emosyon” vb.) yöntemlerle ayrıştırılmış evrensel duygular. Neler mi onlar:

–        Öfke

–        Şaşırma

–        Utanç

–        İğrenme

–        Korku

–        Neşe

Listeye sevgi ve haz almayı ekleyenler de var. Tüm bu primer duyguları ana renkler gibi düşünebiliriz. Örneğin öfkeye kırmızı rengi yakıştırırsak, sitemi açık kırmızı, hiddeti kan kırmızısı olarak betimleyebiliriz. Korku mavi renk ise, kaygı deniz mavisi, dehşet gece mavisi. Yani ana duygular yoğunluğuna, derinliğine ve bazen süresine göre, tıpkı renk tonları gibi onlarca alt kategoriye ayrılır. Tıpkı renkler gibi duygular da birbirleriyle karıştığında farklı alaşımlar oluşturabilir, biri diğerini yutabilir.

Duyguları olumlu (sevgi, neşe, haz alma) ve olumsuz (utanç, hüzün, öfke, kaygı) olarak da ikiye ayırabiliriz. Olumlu duygular da olumsuzlar da bizim için var- yani onlardan kaçış yok. Çünkü öfke olmadan yaşayamayız, utanç olmadan insan olamayız. Hiç birimiz anksiyeteden muaf değiliz, şaşırmazsak hayat çiğleşir. Olumlu duyguları yaşama biçimimize dair farklılıklara hoşgörümüz yüksektir. Oysa kültür olumsuz duygulara dair sınırlar koymaya çalışır.

Kültürel olarak bazı duygular olumlanırken (örneğin erkeklerde öfke), bazıları dürtülür (örneğin utanç). Olumsuz duyguların bir kısmı bizi harekete geçirirken (kaygı, öfke) bir kısmı bizi edimsiz bırakır (hüzün, dehşet). Ama aslında bütün duygulara motor hareket eşlik eder, yani duygular deşarj olmak ister. Duygular tanınmadığında, anlaşılmadığında bedene vurma (somatizasyon) ya da eyleme koyma (acting out) riski artar. Örneğin depresyon; baş ağrısı, uyku-iştah değişikliği, tuvalet veya cinsel işlev bozukluklarına dönüşebilir. Stresine yabancı kalan birinin aniden saçlarının bir kısmı dökülebilir (alopesi). Yoğun anksiyete yerinde duramamaya (akatiziye) neden olabilir.

Aleksitimi, kişinin duygularını anlayamaması, adlandıramaması olarak, şizoidi ise duygusal bağ kuramayacak bir içe kapanma olarak tanımlanabilir.  Aleksitimiklerle, şizoidilerle yakın ilişki kuramazsınız. Ağır obsesif (mekanik) kişiler duygularını saklamak için bir savunma orkestrası kullanırlar. Bağımlılar duygularını ayarlamakta zorluk çekerler, bazen de farklı bir duygunun hatta duyumun peşinde maddeye sarılırlar. Hepimiz için kendimizi bilmek, ötekini anlamak samimi bir duygu işçiliğini gerektirir.  İnsansoyunın içgüdüsel yaşamdan kopunca duyguları ve düşünceleriyle nasıl baş edeceğini halen öğrenemediği söylenebilir.

Duyguları ifade (express) edememe, baş edemediğimiz duygularla çaresizce yalnız kalma anlamına gelir. Öfke çıkaramayanlar, öfkeyi biriktirip bardak taşınca hiddete çevirirler (her şeye tanı koymaya bayılan ortodoks psikiyatri buna aralıklı patlayıcı bozukluk der). Öte yandan duyguların ince farklarını anlamak, tıpkı renkler gibi, hayatımıza derinlik ve anlam katar.

Dolayısıyla duyguları tanımak, anlamlandırmak ve uygun yollarla ifade etmek hem iç dünyamızı hem de ilişkilerimizi zenginleştirir (k’now yourself , express yourself). Duyguları anlamaya yönelik çabanın, duygu işçiliğinin, bize vaat ettiği sağlıklı bir renk cümbüşüdür. Çünkü ruh sağlığı özetle duyguların (içsel ve ilişkisel olarak) ayarlanmasıdır.