musa’nın değneği
“Çıkış”da Mısır’a kölelik eden İsrail halkının, Hz. Musa’nın önderliğinde Firavunun zulmünden kurtuluşu anlatılır. Ezilen halkın isyanını duyan Yehova, çoban Musa’ya mucizelerini göstermesi için bir değnekle birlikte peygamberlik görevini verir. Belagati iyi olmadığı için kendine güvenemeyen Musa Yehova’ya yardımcı olması için yalvarınca, ağabeyi Harun sözcüsü olarak atanır. Musa’nın kekeme ya da peltek olduğuna dair rivayetler olsa da kutsal kitaplarda bunu kanıtlayan bir ayet yoktur. Kur’an’ı Kerim’de Ta Ha suresinde Hz. Musa’nın Allah’a “Ya Rabbi, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!” dediği yazar. Hz. Musa’nın, yaşam öyküsü göz önüne alındığında, tutukluğunun psikolojik olduğu düşünülebilir (51).
Firavun, Mısır diyarında doğan erkek çocuklarının öldürülmesini buyurur. Bunun üzerine annesi, bebek Musa’yı sepetle ırmağa bırakır. Firavunun kızı onu bulur ve İsrail soyundan bir sütanneye verir (kan ve süt kutsaldır). Musa, Firavunun sarayında, zalimliklerine şahit olarak, onun tahakkümünde büyür. Yani Firavun bir nevi kötücül üvey büyükbabadır ve Musa’nın ilk otorite figürüdür. Musa, bir Mısırlıyı öldürür ve saraydan kaçıp kendi ailesini kurar. Ama üvey babayla hesaplaşması henüz bitmemiştir. Peygamber olduktan sonra Firavun’a karşı çıkar, onu kızdıracak şeyleri ondan istemek zorunda kalır. Firavun herkesin önünde “zavallı”, “nankör” diyerek onu aşağılar, karalar. Zaten Musa’nın derdi otorite karşısında/topluluk önünde etkili, doğru konuşamamaktır. Peygamber olmadan önce sosyal fobisi olduğu söylenebilir.
Sosyal Fobi, kişide toplumsal ortamlarda yargılanacağı, eleştirileceği veya mahcup olacağı korkusunun yerleşmesi ve bu durumlardan kaçınma ile karakterizedir. Korkulan durumla karşılaşmak (örneğin topluluk önünde veya otorite figürleri karşısında konuşmak, yabancı biriyle tanışmak) korku ve endişe yaratır. Kişi korkusunun anlamsız veya aşırı olduğunun farkındadır. Fakat bu durumlarla karşılaşmamak için kaçınma davranışları veya alışkanlıkları edinir. Örneğin sınıf içinde söz almaz, sunum yapmaz, rekabet etmekten kaçınır.
Sosyal fobisi olanlar kendilerini utangaç, aşırı duyarlı, haklarını savunamayan, dertlerini anlatamayan kişiler olarak tanımlarlar. Bu özellikler, genellikle çocukluktan bu yana süregelir, yetişme tarzı önemlidir: Ailede sınırlı sosyalliğin olması, çocuğun davranışlarına ket vurulması, utanç duygusunun aşırı körüklenmesi, benlik değerinin alaşağı edilmesi sosyal fobi gelişme riskini arttırır. Sosyal fobisi olanların temel güven duygusu gelişmemiş/azdır. Klinik tablo, kişinin başkaları karşısında etken olduğu/performans sergilediği durumlarda ortaya çıkan duygu-düşünce ve davranışların bütünüdür. Narsisistik sorunlar nedeniyle dışardan gelen değere/değersizliğe çok duyarlıdırlar. Sosyal fobisi olanlar özellikle otorite figürleri (ebeveyn, öğretmen, komutan, patron) karşısında çocuksulaşır, kastrasyon anksiyetesi yaşarlar.
Kastrasyon anksiyetesi psikanalizin en önemli kavramlarından biridir. Hem dönemsel bir deneyimi, hem de yaşam boyu süren bir anksiyeteyi anlatır. Hayatımızdaki tüm önemli kararlar, sınavlar, rekabetler kastrasyon (iğdiş/hadım edilme) anksiyetesini canlandırabilir. Erkek çocuk üzerinden özetlemeye çalışalım: Çocuklar önce cinsiyetler arası farkı inkâr ederler, erkek çocuk, kızların pipisi olmadığını anladığında dehşete düşer. Bunu kavradığı yaş, anneyi arzuladığı, daha doğrusu annenin arzu nesnesi (biriciği) olmak istediği döneme denk düşer. Bu bilinçdışı arzu nedeniyle babaya (korku, sevgi, düşmanlık gibi) karmaşık hisler besleyen çocuk kızların pipilerinin kesildiği, dolayısıyla babanın (rakibin), kendi pipisine de zarar verebileceği fantezisini kurar. Anksiyete, temelde, içsel olanın yanlış yorumlanmasıdır ve iğdiş edilme çocuğun kendi arzusunun kuyruğuna takılan korkudur. Pipi, erkek çocuğun önündeki kuyruktur.
Kız çocuğu için durum daha karmaşıktır. Freud’a göre çocuklar kendilerini pipinin varlığına göre tanımlar; kız çocuğu pipisinin olmadığının farkına vardığında iğdiş edildiği fantezisini kurar. Kızlarda kastrasyon sadece anksiyete değil “aşağılanma” hissi de doğurur ve kız çocuğu bu aşağılanma hissiyle 3 yoldan biri ile baş etmeye çalışır: 1-cinsellikten vazgeçme (aseksüellik), 2- penis hasedi, 3-penise (erkeğe/çocuğa) sahip olma arzusu. Freud’un kuramı erkek egemen bakış açısını yansıttığı için eleştirilir. Oysa Lacan bu hikâyeyi sembolik bir düzleme taşıyarak, penisin yerine fallusu koyar. Mühim olan anatomik bir yapı olan penis değil onun psişik temsili/tasarımı yani “fallus”tur (52).
Fallus, birçok şeyin yanı sıra, yasa koyucudur. Baba, zamanı geldiğinde (ödipal dönemde) kendisinin de boyun eğdiği yasayı devreye sokarak anne ile çocuk arasındaki yapışıklığa son verir. Lacan’ın kuramında kastrasyon bir tehdit değil kopuştur. Erkek çocuk anneyle imkânsız aşkından vazgeçtiğinde, babayı (fallusu), babanın idealini kabullendiğinde ödipal dönemden çıkar ve kültürün bir parçası olur (“insanlaştırıcı kastrasyon”/Lacan). İnsan olmak için eksikliği, cinsiyetler/kuşaklar arası farkları kabullenmemiz gerekir. Arzu küpü olarak dünyaya gelir, zamanla bizden önce de yaşamın, sözün (yasanın) olduğunu anlarız.
Yuhanna İncili, “Başlangıçta söz vardı… ve söz tanrıydı” cümlesiyle başlar. Psikanalitik anlamda bu kurucu “Baba’nın sözü”dür. Yani tanrının/iktidarın yasasıdır. Çocuk dillenirken, dilin (kültürün) kurallarını da öğrenir- tabi karşı çıkmayı da. Dilin uzaması, çok dillenmek, babaya isyanı anlatır. Konuşmak, kendini/arzuyu/pipiyi ortaya koymaktır ve dili kesmeye/koparmaya yönelik tehdit kastrasyon anksiyetesi uyandırır. Elbette sünnet de…
Çoktanrılı dinlerden buyana süregelen ve ilk erkek çocuğun kurban edilmesi ritüelinin bir türevi olan sünnet, Hz. İbrahim’le birlikte Yahudiler tarafından benimsenir, Hz. Musa döneminde bu gelenek pekişir. Ancak Musa, oğlunu sünnet ettirmeyi unutunca Yehova’nın gazabına uğrar. Mısır’daki İsrailoğullarını kurtarmaya giden peygamber Musa, konakladığı bir handa Yehova tarafından öldürülmek üzereyken zeki karısı Sippora, duruma müdahale eder ve oğlunun gulfesini taşla keserek Musa’nın ayakları altına atar. Yehova oğlanın canını bağışlar. Bu olay, kullanılan dil ve muğlaklığı nedeniyle Tevrat’taki en tartışmalı konularından biridir ve “Konaklama yerinde Sippora” olarak adlandırılır. Kimi teologlar gelenin bir melek olduğunu, kimileri Musa’nın oğluna kızıp öldürmek istediğini söyler. Her halükarda bu kıssa babanın yasa, yasanın da kastrasyon olduğunu gösteren simgesel bir hikâyedir. Musa’nın maceralı yolculuğu devam eder.
Campbell“Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”nda, efsane ve mitlerdeki ortak özellikleri sıralar. Kendisine büyük bir görev verilen sıradan insan önce kahraman olmayı reddeder, sonra doğaüstü güçle donanır ve kahraman olacağı yolculuğuna başlar (53). Kendisine peygamberlik görevi verilen Musa da “benim dilim sünnetsiz” (*) diyerek korkusunu dile getirir. Psikanalitik bakış açısıyla, henüz tam bir erkek olmadığını, otorite karşısında isteklerini bir erişkin gibi savunamayacağını anlatır. Ona verilen değnek, mucizenin/gücün, iktidarın sembolüdür, yani bir nevi sihirli fallustur.
Musa’nın en muhteşem mucizesi, değneğiyle Kızıldeniz’i yarıp kavmini Firavunun ordusunun kıyımından kurtarmasıdır. Firavun (kastrasyon tehdidi) ordusuyla birlikte Kızıldeniz’e gömülür. Musa artık kavminin babası olur ve hikâyesinin geri kalanında Yehova’nın kurallarını (Harun’a ihtiyaç duymadan) uzun uzun anlatır. Bir iki küçük mucize dışında da değneğini kullanmaz. Sihirli fallustan gerçek bir penise yolculuk, her erkeğin büyümek için yapması gereken bir yolculuktur.
(*) güzel söz söyleyen bir adam değilim, anlamına gelir.