pamuk prenses: haset paratoneri

   psikanaliz

Kutsal metinler insanın bireysel ve toplumsal tarihine dair damıtılmış, zengin hikayelerdir. Zaten kelimenin kökü (kut) bereketli anlamına gelir. Freud mitolojiyi toplumların gördüğü rüyalar olarak tanımlar, mitler toplumların bilinçdışına giden en kestirme yoldur.

Psikanalatik bakış açısıyla Hristiyan inancındaki yedi günah (kibir, açgözlülük, haset, tembellik, hiddet, şehvet, oburluk) uygarlığın aşmaya çalıştığı ilkelliği, yaşamın başındaki çaresizliğimizi yansıtır aslında. Kul çocuk, tanrı baba, günah da onun yasalarını sembolize eder. Mitler uygarlığın geçtiği aşamaları anlatan, yoğunlaşmış anlamlara, çeşitlemelere gebe sansürlü hikayelerdir. Masallar ise türetilmiş mitlerdir, “çocuklara uyumaları, yetişkinlere de uyanmaları için anlatılır” (J.Bucay).

Pamuk Prenses masalının İskandinav mitolojisinden esinlendiği söylenir. Frejya (aşkın ve cinselliğin tanrıçası) dört cücenin yaptığı muhteşem bir gerdanlığa sahip olmak için onlarla bir gece geçirmeyi kabul eder. Grimm kardeşler bu miti masala uyarlar (142). Cinsellik bastırılır, güzel kadın mağdur olur, cüceler çocukluğun, kişisel özellikleri de yedi günahın sevimli bir karikatürü olur.

Masalın yapısı tanıdıktır aslında. Kötü kalpli üvey anne ve onun gazabına uğrayan masum kız. İki kadın, iki kuşak arasında güzellik (güce-fallusa sahip olma) üzerinden kötücül rekabet. Konuşan aynanın ne kadar da tehlikeli olabileceğini anlarız. Kraliçe haset doludur, evden (rekabetten) kaçan Pamuk prensesin peşini bırakmaz. Kötü, zehrini iyinin içine, yaradılış mitindeki yasak meyveyle zerk eder. Klasik bir ödipal hikaye: hüsrana uğrayan çocuk evden çıkar, hayatın (ormanın) içinde kendi günahlarıyla (cücelerle) yüzleşir, büyür ve hak ettiği beyaz atlı prensine kavuşur. Haset eden kaybeder.

Psikanalizin kutsal metinlerinden birini, hasetle hesaplaşmayı, cesur bir kadın, M. Klein yazar. Klein birbirine yakın üç kavramı: kıskançlık, açgözlülük ve hasedi tanımlar önce. Kıskançlık çocuklukta (üçlü ilişkide); daha yıkıcı duygular olan haset ve açgözlülük ise bebeklikte, anneyle olan ikili ilişkide ortaya çıkar. Nasıl mı? Önce Klein’ın bebeğini anlamamız gerekiyor.

Klein’a göre bebek başlangıçta kısmi nesnelerle (meme) ilişkilenir. Fırtınalı zihninin en önemli yapısı ise fantezilerdir. İyi meme doyumun, sevginin, şefkatin, sıcaklığın; kötü meme tam tersi olanın temsilidir.  Çocuk memeye göre kalibre olur. Teşbihte hata olmaz: Aşkını hayatının merkezine alan, onun ilgisi sevgisiyle özgüven ve değerini ayarlamaya çalışan bağımlı bir aşığın zor durumunu düşünün. Binle çarpın. Cennetle cehennem, şükranla haset arasında hızlı salınımlarla geçer ilk aylar. Açgözlülükte bir türlü doyurulmayan bir istek vardır. Açgözlü memeyi (sütü ve sevgiyi) gasp etmek, ondan esirgeneni bütünüyle ele geçirmek ister; içe dair bir yıkıcılıktır. Hasette ise içindeki kötüyü memeye yansıtır bebek (143). Hak gördüğünü geri almakla yetinmez, tarumar etmek ister. Açgözlülük hırsızlıksa, haset yağmadır, linçtir.

Özetle Klein, saldırganlığın doğamızda verili, hasedin kaçınılmaz olduğunu; anneyle kurulan doyumlu, sevgi dolu bir ilişkinin yıkıcılığı azaltacağını savunur. Sağlıklı gelişimde bebek, ilk ayların kaosundan kurtulur ve iyi ile kötüyü, haset ile şükranı dengeler. Tersi durumlarda haset artar.

Hasedi arttıran durumlardan biri de sonsuz iyilik, doğruluk, güçtür. Hiç bir kalem, hiç bir kaynak (meme) tükenmez değildir oysa. İnsan eksiklidir, zayıftır. Merhamet edince merhamet edilecek duruma düşeriz. İyilikten maraz doğar. Meyve veren ağaç taşlanır. İnsan insanın kurdudur.  Kedi ulaşamadığı ciğere murdar der. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir. Kıskanır, haset eder.

Pamuk Prenses, adından anlaşılacağı üzere, ak pak, iyi yürekli, doğuştan soylu genç bir kadındır. Sigara içmez, çorabı kaçmaz, makyajı akmaz, saçları kırılmaz, ağzından kötü söz çıkmaz, kızdığında ağlar, evlenmeden sevişmez. Çirkin bahtına sahip bir güzel, herkesin sevgilisi dört dörtlük bir peri. Gel de kıskanma! En iyi ihtimalle özenilir, en kötü ihtimalle haset edilir. Kraliçe haset doludur, nefretini aktaracak bir paratoner aramaktadır. Pamuk’tan iyisini mi bulacak?

Klinikte içindeki kötüyle barışamamış, rekabetten kaçan, merhamet dolu insanların yediği kazıkları, başlarına örülen çorapları,  mağduriyetlerini çileci bir söylemle sıkça dinliyoruz. Hayır diyemeyen, başkasını üzmemek için ruhsal hamallık yapanları da.  Merhametin içinde acıma barındırdığı, acımanın eş-eşit ilişkilerde tehlikeli bir duygu olduğunu biliyoruz. Tüm-güçlü, saf iyi, aşırı mütevazı olma arzusunun kişiyi hasede, kötücül rekabete açık hale getirdiğini de. Peki, ne yapmalı?

Cevabı kolay: Masalsı bir kahraman, yeminli bir şövalye, kendini feda eden bir kurtarıcı, sinirleri alınmış bir ermiş olma hayalinden vazgeçip, içimizdeki ve dışarıdaki kötüyü kabullenip büyümek. Çocuksu arzulardan kurtulup yetişkin ihtiyaçlarımızın peşinden koşmak. Arzunun hedef değil yakıt olduğunu anlamak. Yapması zor: Tüm bu süreçler sinsi (bilinçdışı) işliyor ve değişime dirençli. Yani insan kendine cahil.

Cehalet kansere benzer. Kanser hücresi ne kadar ayrımlaşmamışsa (indiferansiye) o kadar tehlikelidir. Psikanaliz de insan ruhsallığına böyle bakar. Patolojinin şiddeti ve derinliği arttıkça kendilik parçalanır ve “insan/kamil” olmaktan uzaklaşır. Kibir, haset, açgözlülük, sapkınlık erken dönem patolojilerinin ürünüdür.  İnsan kendiyle ne kadar meşgulse ötekine o kadar cahil kalır, kendini bildikçe ötekini tanır, anlayabilir. “İnsan cahil olduğu şeyin düşmanıdır” (144).

Bireysel düzlemde anlattıklarımız, toplumsal ölçeğe de uyarlanabilir. Cahil ve yoksul bırakılan toplumlarda yıkıcılık (haset, nefret), ötekine tahammülsüzlük artar. Geri bırakılmış toplumlarda suç oranları yüksektir, ahlaki ve kültürel erozyon görülür. İktidar halkı cahil olduğu, devlet işlerine aklının ermediği konusunda ikna etmek zorundadır. Yoksa hikmetinden sual olunur, ayaklar baş olur. O yüzden iktidarlar cehaleti sever. Cahil savunmasız, korunmaya muhtaç, minnet duymaya açık küçük bir çocuk gibidir. Minnet değil şükran, merhamet değil şefkat duymak sağlıklıdır. Barış (kardeşlik) cehaletle, hasetle mücadeleyle; halkların birbirine şefkat ve şükran duymasıyla mümkün olabilir ancak.