psikiyatristler neyin uzmanıdır?

   psikanaliz psikiyatri

                                                                     “Elinde çekiç olan, her şeyi çivi olarak görür.” / A. Maslow

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kült eseri “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün karakterlerinden biri olan Dr.Ramiz, 20. yüzyılın başlarında psikanalize merak salan bir asabiyecidir. Dr. Ramiz’e göre psikanaliz icat olalı hasta olmayan kalmamıştır. Çünkü “nevroz” uygarlığa has bir durumdur ve her insan biraz nevrozludur.

Modern psikiyatriden daha genç bir disiplin olan psikanaliz, keşfinden sonra psikiyatriyi derinden etkiler. 1950’ler sonrası yeni ilaçların keşfi, akabinde beynin keşfi (görüntülenmesi), genetik ve diğer alanlardaki ilerlemelerle psikiyatri, kanıta dayalı tıbbın içinde kendine yer edinir; birkaç temel konu ve kavram dışında psikanaliz olmadan yoluna devam etmektedir.

Değişen dünya hem psikiyatristleri, hem de ruhsal sıkıntıları olanların psikiyatriye bakışını değiştirir. 21. yüzyılın başında, benim gözlemim, yelpazenin iki ucu olduğu yönünde: Bir uçta Dr. Ramiz gibi düşünüp herkesin bir psikiyatristi/psikoloğu olması gerektiğini düşünenler, diğer uçta psikiyatristleri “deli doktoru” olarak görenler.

Peki, gerçekten neyin uzmanıdır psikiyatristler? Yaşamın mı, insan olmanın mı, çocukluğun mu, gelişim dönemlerinin mi, ilişkilerin mi, aşkın mı,  rüyaların mı, deliliğin mi, travmaların mı?  Bence bu sorunun oldukça kolaycı ve risksiz bir cevabı var: Psikiyatristler ruhsal bozuklukları araştıran, tanıyan ve tedavi etmeye çalışan hekimlerdir. Kâğıt üzerinde bu tanım oldukça doyurucu, oysa pratikte?

Bir örnek üzerinden gidelim: Evliliği sürerken bir başkasıyla ilişkisi olan Bayan A, depresif yakınmalarla psikiyatriste başvurmuş olsun. Bay B, iş bulamadığı, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayamadığı için, tıpkı Bayan A’ninki gibi belirtilerle ve yine depresif yakınmalarla aynı hekime başvurmuş olsun. Betimleyici bakış açısı, iki kişiye de depresyon tanısını koyar ve gerekirse ilaç tedavisi başlar. Kararsızlığı da karamsarlığı da kolayca depresyona atfedebilir. Peki, hekimin bu iki olguya karşı yaklaşımı, seanslarda (vakit bulabilirlerse veya isterlerse) konuştukları, ele aldıkları şeyler aynı mıdır? Elbette değil. Hekimin aldatma/aldatılma, işsizlik/siyaset konularındaki bakış açısının tedaviyle bir ilgisi yok mudur? Çoğu psikiyatrist, hastanın biricik olduğunu yadırgamadan ve yargılamadan dinleyerek yardımcı olmaya çalıştığını söyleyecektir. Bazen empatik dinleme -ki empatik dinlemenin “iyi” olduğuna dair bir fikrimiz vardır- tek başına yeterli olur ama çoğu karmaşık insanlık durumunda bir kurama ihtiyaç duyarız. Kuramın etikten muaf olduğu iddia edilebilir mi?

Psikiyatristler/terapistler ahlakı çalışma alanlarının dışında tutmaya çalışırlar. Hastanın ruhsal yapılarına eşit mesafede dururlar (nötralite). Katiller ve sapıklar dışında kendilerine başvuran insanları yargılamadan dinleme, kendi mesleki kimliklerini anonimleştirme eğilimindedirler. Oysa insan yaşamında birçok olay etik sorunu beraberinde getirir. Bayan A için psikiyatristlerin tutumu gerçekten de empatik dinleme, aldatmanın nedenlerini/ihtiyaçlarını neler olduğunu anlamaya yönelik bir çalışmanın ardından “özgür seçimini” yapmasını, yani arzu ve yasayı kabul etmesini beklemektir. Aldatma kendini zedeleyici, riskli bir davranış örüntüsüdür. Fakat bu formülasyon şu soruları beraberinde getirir: iyi ilişki nedir, iyi yaşam monogamik midir, yaşamı güzel kılan samimiyet ve dürüstlük müdür? Psikiyatristin görüşü, dinlemesini değiştirmez mi? Veya hedef, kişinin otantikliği olsa da bu da bir görüş değil midir? Birine iyi gelmeyi neden isteriz? Ruhsal tedaviler, deontolojinin (çerçevenin) dışındaki etik sorunlardan muaf mıdır?

Adam Phillips, bu tartışmayı psikanaliz üzerinden yapar (149). Ruh sağlığı çalışanı, etik alandan muaf olamaz, en azından felsefenin değişmez sorusu “iyi yaşam nedir”, psikiyatristlerin kendilerine sormaları gereken bir sorudur. Bu sorunun diğer versiyonu “nasıl bir insan olmak istiyorum” sorusu, yani bir istek sorusudur. Oysa Freud, bilimin isteklerden uzak duran ve bu yüzden hakikati en çok dile getiren yöntem olduğuna inanır. Psikanalizi de bilimsel bir psikoloji olarak görmek istediği için etik yargılardan uzak durmak ister. Paradoksal olarak psikanalizin sosyal, antropolojik uyarlamalarını yapan Freud’a göre, psikanaliz bir yaşam görüşü değil, psikoloji kuramıdır. Freud kendi tanımladığı ruhsal yapıları, mitokondri veya hücre zarı gibi görme eğilimindedir. Oysa terapi en az iki kişi arasındaki ilişkidir.

Phillips’e göre psikoterapistin tüm yaptığı, insanın yeniden sağlığına kavuşması için gereken koşulları yaratmanın yolunu açmaktır. Ancak, böyle bir sürece inanmak ve iyileşmenin ne olduğunu bilebilmek için doktor, insan yaşamının neye benzemesi gerektiği bilgisine önceden sahip olmalıdır. Bazı insanların kendilerini daha iyi hissetmesini sağlayan bir hikâye ve hikâye anlatma tarzıdır psikanaliz. Yani insanın bitmez çabası, anlama ihtiyacına yönelik bir çabadır. Kuram ve uygulaması ile psikanaliz, önemliymiş gibi görünmeyi bırakıp, kendini ve hayatı daha ilginç kılmaya yoğunlaşmalıdır. Kimseye makam kazandırmayan bilinçdışı, tevazünün sürekli (ve dünyevi) bir anımsatıcısı olabilir.

Robert Castel, Phillips kadar romantik değildir: “Psikiyatrik pratik bir çelişkinin yeridir. İnsanın acısıyla sosyopolitik bir sorun arasındaki çelişkiye karşılık gelir. Aynı zamanda sosyopolitik bir sorunla, teknik-bilimsel tıbbı bir yanıt arasındaki çelişkiye de değinir.”  Psikiyatri ve psikanaliz çelişkilerin kucağında, sosyal, politik, bilimsel sorunların ortasındadır. Profesyonellerin bunları dışlayarak mesleklerini icra etme lüksleri yoktur. Yaşama dair fikirlerimiz, mesleğimizi uygulamamızı etkiler. Sokakla ve diğer disiplinlerle bağını koparan uzmanın, dünyayı uzmanlık alanından menkul sanması mümkündür.

Psikiyatri, dönemin psikanalitik bakış açısının da etkisiyle tarihsel olarak önce “anlam”ı çok önemsemiş, günümüzde ise çok dışlamıştır. Makul görünen, psikolojik belirtilerin bedensel eşliklerine, bireysel anlamlarına ayrım yapmadan eşit ağırlık vermek, sosyal-politik koşulları da göz ardı etmemektir. Psikiyatrinin diğer disiplinlerle arasındaki sınırları yeniden sorgulaması, tedavi odasının dışındaki yaşamı tüm yanlarıyla hedef alması gerekmektedir. Değişen paradigmalarla kendini yeniden ve samimiyetle tanımlaması gereken bir meslektir psikiyatri uzmanlığı. Söz konusu olan yaşamsa, hiçbir ölçüt, hiçbir disiplin tek başına yeterli olamaz.

Nazım Hikmet’in Kafatası adlı oyununda, tüberküloz aşısını bulmak üzere olan Dr. Dalbanezo’nun, bilimsel alana yansıtılmış hırsları nedeniyle gözden düşmesi ve şaklaban ilan edilmesi alaycı bir dille anlatılır. “Uzmanlık kuyu gibidir”, der Dalbanezo “dibe indikçe gökyüzünü daha az görürsünüz.”