yeterince iyi anne
Klasik gelişim kuramları, anneyle bebek arasındaki ikili ilişkide anneye fazlaca yüklenir. Asli öteki annedir, diğer önemli ötekiler çocuğun yaşam sahnesine daha sonra dâhil olur. Babalık rolü, başlangıçta, yardımcı erkek oyunculuğa indirgenir.
Çocuk yapma kararı bir çiftin geleceğe yaptığı ortak yatırım, ortak bir projedir. En azından öyle olmalıdır. Fikir ortakları, çocuk dünyaya geldikten sonra projeden çekilemezler. Annelik ve babalık terk edilecek makamlar değildir. Dolayısıyla, çocuğun gelişimindeki aşamalar ve sorunlarda yine ortak çözüm yolları bulmak, sorumluluğu uygun rollerle paylaşmakla mükelleftirler.
Annelik, somut olarak gebelikle başlar. Gebelik boyunca anne, içinde, bir canlının büyümesinin verdiği yaratıcı duyguyu ve bunun sorumluluğunun neden olduğu kaygıyı birlikte taşır. Bir yanıyla müthiş, bir yanıyla endişe uyandıran bir süreçtir. Öte yandan anne olmak, kadının kendi annesi ve ailesiyle olan çatışmalarını, kendi çocukluk hatıralarını harekete geçirir. Çocuğun doğumuyla bir araya gelen geniş ailede (anneanne, babaanne, dedeler) çatışmalar alevlenebilir. Yeni anne rolü, cinsel kimlik ve diğer rollerle bütünleştirilmeye çalışılır.
Gebelikle ilgili çok konuşulmayan şeylerden biri kayıp duygusudur. Anne olmak kadınların yaşadığı en büyük doyumlardan biri olmakla birlikte önemli ve geri dönülmez bazı kayıplara da neden olur. Öncelikle biricik olma algısı değişir. Artık “annesinin kızı” olma rolünün önüne “çocuğunun annesi” olma rolü geçecektir. Eşinin biriciği değil, biriciklerinin annesi olacaktır. İlk yıllarda daha yoğun olmak üzere, ömür boyu sürecek bir sorumluluğu üstlenecek, kendini bazı alanlarda kısıtlanmış hissedecektir. Anne olmak “genç-ergen” olmaktan vazgeçip “olgun” kadın olmak anlamına da gelir. Gençlikteki bazı ihtimallerin kaybedildiği hissi de yaşanabilir (Benzer süreçler baba ve kayıpları için de geçerlidir). Gebelik hüznünün altında bu dinamiklerin de yattığı düşünülmektedir.
Tüm bunlar ve hormonal değişikliklerin de etkisiyle, gebelik süresince, kararsızlık, hassaslık, hüzne kayma, duygularda ani değişimler, ilgi isteğinde artış (“naz”) görülebilir. Gebelik hem fiziksel hem de ruhsal olarak yüklü olmak demektir.
Winnicott gebeliğin son 3 ayı ile doğumdan sonraki ilk 3-4 ayı, biraz da muzip bir ifadeyle “annenin normal hastalığı” olarak tanımlar (*). Bu dönemde anne tüm kimliklerini unutup anne olmaya yönelir, derdi günü bebektir. Zaten ilk birkaç hafta annenin bebekle simbiyotik birlik yaşadığı kaynaşma dönemidir.
Doğumla birlikte bebeğin ihtiyacı olanın “kucaklayıcı bir çevre”dir. Annenin ilk yapması gereken çocuğu tutmak (“tutamadığınız şeyle ilişki kuramazsınız”) ve kucaklamaktır. Bir diğer önemli işlev de “aynalamak”tır. Anne başta gözleriyle aynalar (bebek emerken memeye değil annenin gözlerine, yüzüne bakar). Çocuk “kendilik” duyumunu annenin varlığıyla oluşturur. Aynı zamanda anne “çevre” görevini de görür. Adeta çocuğun şemsiyesi olur.
Annenin işlevlerinden biri de babayı “göstermesidir”. Preverbal (konuşma öncesi) dönemden itibaren anne, çocuğa babanın varlığını öğretir. Anneler bebeğe, daha ilk günlerden babanın akşam geleceğini söyler örneğin. Çocuk büyüdüğünde akşam babaya (yasaya) şikâyetle tehdit eder. Çocuğu ikili ilişkiden üçlüye yönelten ilk başta annedir. Çünkü ikili ilişki büyümeye, olgunlaşmaya engeldir. Annenin işaret ettiği baba ile çocuğun çevresi ve vizyonu genişler.
İnsan yavrusu, bakıma muhtaç biçimde doğar. Başta anne olmak üzere ebeveynleri bakımın birincil sorumluları olur. Fakat anneyle olan ilişki öncül ve bağlayıcıdır. Bu nedenle annenin yaşamın ilk aylarındaki işlevleri ve görevleri daha fazladır. İyi ki anneler bu konuda türe özgü donanımlara sahiptir. Çocuğun bütünleşmemiş deneyimlerinden, erteleyemediği ihtiyaçlarından kaynaklanan anksiyeteyi yatıştırmak (“pış-pış”), ihtiyaçlarına empatik yanıtlar vermek, annelerin işlemcilerinde bulunan programlardır. Fakat bu programları bulup, çalıştırmak gerekir.
Winnicott’un (anneleri rahatlatan) önemli kavramlarından biri “yeterince iyi anne” dir. Çocuğun olgunlaşabilmesi için tıpkı anne karnında olduğu gibi her şeyinin karşılanması değil, tutarlı yoksunluklara maruz kalması gerekir. Bu bağlamda Winnicott, çocuğun arzularını değil ihtiyaçlarını karşılayan anneyi yeterince iyi anne olarak tanımlamıştır. Çocuk uygun düzeyde yoksun kaldıkça yaratıcı olacak, zekâsını geliştirecek, ertelemeyi öğrenecektir. Yine uygun düzeyde yalnız kalmak çocuğun yalnız kalabilme kapasitesini geliştirecektir.
Mükemmel anne fikrinin altında çoğu zaman annenin kendini veya çocukluğundaki kendi bakımını eksik bulması yatar. Çocuğa mükemmel annelik yapma fantezisi, çocuk üzerindeki kaygıyı arttırıp, çocuğu (göbek kordonunun) bir uzantısı haline getirebilir. Hedef yeterince iyi anne olmak olarak koyulmalıdır. Neticede çok iyi, iyiyi öldürür.