AVM’nin büyüsü

   psikanaliz psikiyatri

                                                                                                     “Daha fazlasını iste!” / Pepsi reklam sloganı

Derimizde, biri kör olmak üzere sekiz delik bulunur. Anne-babaların çok iyi bildiği gibi, çocuklar için delikler “cazibe merkezi”dir. “Alice Harikalar Diyarında” masalında çocuk kahraman, bir tavşan deliğinden geçerek büyülü bir âlemi keşfeder. Görünenin içinde, ardında saklananın ne olduğu her zaman ilgimizi çeker. Kapıların, eşiklerin ardı hayal dünyamızın belirlediği fantezilere gebedir.  Deliklere merakımız erişkinlikte de devam eder…

Yapı-sal

Tek kanallı televizyon döneminde TRT spikerleri yaptıkları bütün kısaltmaların açılımını da yılmadan söylerlerdi (“Kısa adı TRT olan, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu” gibi). Bana kalırsa kısaltma kullanmak bir bakıma yeniden adlandırmak, anlamla oynamaktır. AVM kısaltması, son yılların bu gözde fenomeninin sadece “çarşı” işlevi görmediğini de işaret eder. AVM’ler çarşı, pazar, kahve, sinema, spor, oyun, flört, aylaklık gibi modern şehir hayatının (reel veya türetilmiş) birçok ihtiyacını karşılamayı vaat eden “mutant” mimari yapılardır. Türkiye’nin ilk AVM’si 1988’de, ilk özel televizyonu 1990’da açılır.

AVM’ler, stada, arenaya benzer daha çok. Birkaç kapıyla (delikle) girilen, avlulu, herkesin hem her şeyi görebildiği, hem de herkes tarafından görülebildiği bütünlüklü yapılardır. İşlevsel olarak feodal yaşamın panayırına benzer. Hem alışveriş yapılan, hem de kelimenin iki anlamıyla da eğlenilen yerlerdir AVM’ler.

İlk örnekleri şehir merkezinin dışında inşa edilir. Bu nedenle çarşı gibi “uğranılan”, “içinden geçilen” bir yerden çok “ziyaret edilen” yerlerdir. AVM’lere tesadüfen gidemezsiniz, belli bir yol izlemeniz, belli bir zamanı göze almanız gerekir. N. Gürbilek’e göre AVM’ler, alışverişi bir amaç olmaktan çıkarıp, mekânı “ziyaret etmeyi” bir amaç haline getirir (122). Çarşıyla kurduğumuz ilişkideki gibi tanıdıklık yoktur, kişiye kendi şehrinde turist olma imkânı tanır. Turist, “bugün gelip, yarın giden”dir, hoşnut kalırsa yeniden ziyarete gelebilir.

AVM’ler, gelişmiş ülkelerde, bizdeki gibi “çılgınlık” boyutuna ulaşmamış, şehrin dışında tutulmuştur. Oysa genç ve tüketme potansiyeli yüksek olan nüfusuyla Türkiye bir AVM cennetine (!) dönüşmüştür. Bugün ülkemizde AVM’ye “gitmek” günlük hayatın bir parçasıdır; AVM’ler yeni bir kültür, yaşam ve paylaşım alanı haline gelmiştir.

Arzu ve Tüketim Toplumu

Tıpkı kredi kartları gibi “Tüketim Toplumu” ürünüdür AVM’ler. Geç dönem kapitalizmin çarkı tüketimle çalışır. “Düzen”in bekası için tüketimin kışkırtılması gerekir. Peki, tüketim arzusu “bireysel” düzlemde neye karşılık gelir, nasıl kışkırtılır, tüketmek bizde neye yarar? Önce arzuyu, sonra tüketim çılgınlığını anlamaya çalışalım.

Lacan’ın kuramında “arzu” asla ulaşılamayacak olandır. Anneyle ikili ilişkide (imgesel düzlemde) yaşadığımız cenneti, büyüdüğümüzde (simgesel düzlemde) sonsuza dek kaybederiz. İnsanın trajedisi, bu eksiliği ikame arzularla tamamlamaya yönelik nafile çabadır. Zizek (2005), rüyalarda sık görülen bir paradoksla örnekler Lacancı arzuyu: yakınlaşıldığı halde yakalanamayan “şey”. Kaygan bir balık gibi sürekli elimizden kayıp gider arzu. Yakaladığımız hissettiğimizde (kısmen tatmin olsak da) arzuladığımızın “o” olmadığını anlarız. Arzuladığımızı ele geçirme (yanılsaması) arzunun tekrar üretimine yol açar. Kendi kendini üreten bir “erke sarkacı” gibidir arzu.

Joel Kovel tüketim toplumunda; reklâm yoluyla çocuksu arzuların kışkırtıldığını, medyanın otoriteyi, ebeveynlerin ve okulun elinden aldığını, sahte kişisel tatmin vaadiyle yeni bir “sosyal birey” tipinin ortaya çıktığını ileri sürer (123).

Geç dönem kapitalizmin en karakteristik özelliği arzuların bastırılması değil bilakis kışkırtılmasıdır. Arzular reklamlarla kışkırtılır. Ancak tatmini vaat edilen şey bireyin (bebeğin) değil düzenin (annenin) arzusudur. Kendiliğin güdülemediği arzu gerçek bir arzu değildir. Sonuçta, ortaya, kendilikle bağını koparmış, arzu görüntüsü altında köksüzleşmiş ihtiraslar çıkmaktadır. Düzen (anne), bireyin (çocuğun) ihtiyaçlarını önemsemez, kendi ihtiyaçlarını dayatırsa “proje”den ibaret oluruz.  Tüketerek (annemizi memnun ederek) sevileceğimizi zannederiz.

Modern insanın hakiki arzusu hâlâ tatminsizdir, kişi bu açlığı sahte tatminler, kazanımlar ve parlak başarılarla gidermeye çalışmaktadır. Günümüz insanının doymak bilmez ihtiraslarını, hırslarını ve açgözlülüğünü güdüleyen bu derin açlığıdır. Ne denli tatmin bulup, kazanım sağlasa da hep bir şeyler eksik ve yarım kalmaktadır.

Kapitalizmin başarısı, bu eksikliği ve ikame arzuyu, ürettiği metalara yönlendirebilmesidir. Düzen, insanı doğal gereksinimlerinden uzaklaştırıp, kendi doğasına yabancılaştırır. Görsel, yazılı ve sosyal medya yoluyla yaratılan “vitrin”ler, şirazesi kaymış değer sistemimizi, ürettiği kendi değer sistemine benzetir. Arzı da talebi de kendisi belirler. Saatimiz, takım elbisemiz, otomobilimiz, parfümümüz, kısaca tükettiklerimizle bakılabilir (değerli/önemli) oluruz. Bir nevi baktığımızın (eksikli) bir taklidi oluruz. Vitrinlerdeki cansız mankenler gibi…

AVM’ler vitrinlerden oluşur. Vitrinlerin içinde, kusursuz (cansız) vücutlar, konforlu elektronik eşyalar, tadılmamış eşsiz lezzetler, formülü bilinmeyen gizemli parfümler, şık giysiler sergilenir. Camekân; tasarımıyla, ışığıyla sihirli bir ayna gibidir. İçindekini arzulanır kılar; camdan yansıyan kendi görüntümüz, baktığımızla kıyaslanınca sönük kalır. Tıpkı reklamlar gibi vitrinler de sunulana sahip olma arzusunu kışkırtır. Hayran olunana sahip olmamız için yapmamız gereken dört haneli kredi kartı şifremizi tuşlamaktır.

AVM’ler düzenin cazibe merkezleridir, küçük deliklerden sızıp başka bir âleme geçtiğimiz hissini yaratır. Zaman-mekân algımızı değiştirir. Doymak bilmeyen tüketim arzusunun kolayca tatmin edileceğine dair bir yanılsama yaratır. Asıl amacı tüketme arzusunu kışkırtmaktır, bunun yanında gündelik gereksinimlerimizi de karşılamayı vaat eder.

Büyü bozumu

Steven Flusty “Building Paranoya ”da geleneksel kamusal mekânların (meydanların) yerini, özel olarak inşa edilen, girişin ödeme kabiliyetine bağlı olduğu tüketim mekânlarının aldığını tespit eder (124).  Modern şehirler, insanların birbiriyle karşılaşacağı meydanları yok etmek üzerine tasarlanır. Eski ve sembolik meydanlar iktidarlarca anlamı ve bağlamından koparılır. Çünkü meydanlar, insani bir iletişimin sağlandığı, birlik ve gücün duyumsandığı alanlardır.

Diyalektik, her şeyin karşıtıyla var olduğunu kabul eder. Meydanları elinden alırsanız kitleler kendine yeni meydanlar üretir. “Arap Baharı” kitlesel olaylarda sosyal medyayı “meydan”laştırmaya örnekti. Gezi eylemleri, tüketim toplumunda büyüyen bir kuşağın, AVM inşaatına isyanı ile patlak verdi. Eylemin ilk günlerinde, eylemcilere destek vermeyen bazı firmaların ve müşterilerinin AVM içinde; sonlarına doğru da eylemcilerin ardından AVM’ye giren polisin, “müşteriler” tarafından alkışla ve sloganla protesto edilmesi AVM’lerin “meydan”laştığını gösterir bana kalırsa…

Freud’a göre, düşünce biçimimizin evrimi, insanlık tarihindekine benzer. Bebekken animistik (ilksel) düşünceye sahibizdir, biraz büyüyünce mistik (büyüsel-masalsı) düşünme biçimine terfi ederiz. Sağlıklı gelişimde, erişkinlikte rasyonel (akılcı, sağduyulu) düşünce biçimi gelişir. Masallara inanmamaya başlarız. Düşüncelerimiz değişebilir ancak büyü geri dönüşümsüz olarak bozulur.

AVM’nin büyüsü, mimarisinden ve arzuyu kışkırtan tüketim toplumu dinamiklerinden kaynaklanır. Çeyrek asırlık önlenemez yükselişi yakın dönem tarihimizin ilginç bir özeti gibidir. Son yıllarda biçim değiştirmesi (açık AVM’ler, forumlar), eleştirilerin odağında olması, büyü bozumunun yaklaştığının bir göstergesi olabilir…