ideal sevdası
Üvey ablaları tarafından ezilen Külkedisi, aslında güzeller güzeli -mazohistik bir kızdır. Bir peri/sihir yardımıyla genç kızların gözdesi prensin balosuna katılır ve yakışıklı prens ona âşık olur. Ancak sihri bozulacağı için mercimeği fırına veremeden ardında ayakkabısını bırakarak kaçmak zorunda kalır. Kara sevdaya tutulan prens, izini sürerek prensesine kavuşur.
Yeşilçam filmlerinde de sık gördüğümüz bu motif (çirkin/fakir kızın sihirli bir elle göz kamaştıran güzelliğinin ortaya çıkması) ideal/de-ideal çatışmasının özetidir. Bir tarafta hiç değer verilmeyen yok sayılan (de-idealize) özne, mucizevi bir dönüşümle eşsiz (idealize) biri olur çıkar. İki konum da dışardan verilen kıymetle belirlenir. Yakışıklı, zengin ve merhametli prens ideal eş adayıdır, Külkedisi onun için biçilmiş kaftandır, aslında o da eşsizdir: ayakkabısı kimsenin ayağına uymaz örneğin. Mucize eseri iyiler/güzeller birbirine kavuşur. Masallar ideal çiftlerin kırk gün kırk gece süren şaşalı düğünleriyle, “çok” mutlu sonla biter. Yaşadıkları hayatın ideal olduğuna şüphe yoktur.
Felsefede Platon tarafından oluşturulan “İdea Kuramı” hem mantık hem de metafizik alanını etkiler. Adlandırdığımız nesnelerin evrensel bir formu vardır. Örneğin, birçok masaya masa deriz ama evrensel masa, tüm masaları içeren ideal masadır. O halde bu masa fikrini oluşturan bir Tanrı olmalıdır. Yalan dünya, ideal olanın imitasyonudur; bir yanılsama içinde yaşayıp dururuz.
Yanılsama (ilizyon) psikiyatride gerçek bir uyaranın yanlış algılanması ya da yorumlanmasıdır. Örneğin uzun süre araç kullanınca yol kenarındaki ağacı bir hayvana benzetebiliriz. Psikoaktif madde kullanımında hem dış dünya hem bedenimizdeki duyumlar değişebilir. Bazı ruhsal hastalıklarda yoğun anksiyete veya algı süzgecindeki bozukluk yanılsamalara neden olur. Psikiyatrik anlamda yanılsama algı, psikanalizde idrak hatasıdır.
Psikanalizde yanılsama içsel ihtiyaçların/arzuların neden olduğu bir kandırmacadır. Zihin/bilinçdışı, gerçeği/ olguları işine geldiği biçimde çarpıtır. En ünlü yanılsama, bir savunma işlevi gören idealizasyon yani ülküleştirmedir. İdeal (ülkü) ulaşılmak istenen, ancak ulaşmanın gerçekte imkânsız olduğu, sadece tasarımda varlığı kabul edilen şey/düşünce olarak tanımlanır. Ancak bilinçdışı bir savunma olan idealizasyon idealin tanımındaki bu sağduyulu yaklaşımdan uzaktır. Ülküleştirmedeki yanılsama, arzunun yoğunluğu içinde gözden kaçar. Daha doğrusu arzu, gerçeği yutar. Hangi arzu?
Freud’a göre bebek tüm-güçlü (omnipotent) fantezilerle doğar; kendini dünyanın merkezinde görür ve her şeye gücü olduğunu düşünür. Yani en çaresiz ve güçsüz olduğumuz dönemde tam tersini düşleriz. Kohut bu aşamada bebeğin teşhirci-büyüklenmeci gereksiniminin başat olduğunu, çocuğun ebeveynin gözünde kendine yönelik bir hayranlık görmek istediğini belirtir (ayna aktarımı). Zamanla, çocuk tüm-güçlü olmadığını anlamaya başlar ve bu fantezisini ebeveynlerine aktarır. Baba, dünyanın en güçlü babası, anne dünyanın en güzel/iyi annesi olur (idealize aktarım). Sonraki aşama, kendisiyle birlikte ailenin görkemli ve ideal olma gereksinimidir (ikizlik aktarımı). Ergenlikte ve erişkin aşkında idealizasyon ihtiyacı tekrar canlansa da sağlıklı gelişimde idealin/mükemmelin olmadığını, bunun bir yanılsama olduğunu anlar, ideal sevdasından vazgeçeriz.
Kohut’a göre kendiliğin narsisistik gelişimi bir anlamda idealizasyonun tarihidir. Bu süreçte yaşanan aksamalar, erişkinin narsisistik (değer) sorunlarına neden olur. Aslında Freud’un hikâyesi de pek farklı değildir. Çocuk önce sadece kendine yatırım yapar (primer narsisizm), daha sonra bu yatırımın bir kısmını ebeveynlerine yönlendirir ve geri gelmesini bekler (sekonder narsisizm). Klasik psikanalizde narsisizm patolojik bir örgütlenme, kendilik psikolojisinde “büyüyememe” olarak görülür. Her halükarda idealizasyon arzusu kendiliğin değer sorunlarıyla ilgilidir. Kendini değersiz hissedenler hızlı ve güçlü (ilkel) bir biçimde ülküleştirir.
Çocuğun süper kahramanlara, doğaüstü güçlere, masala/sihre olan düşkünlüğü tüm-güçlü fantezileri ile örtüşür. Çocukken normal olan bu süreç (ilkel idealizasyon) erişkinlikte çocuksu/patolojik olarak nitelendirilir. Narsisistik ve borderline kişilik bozukluğu olanlar, ergenler ilkel idealizasyona açıktır. Fanatizm, bağnazlık gibi süreçlerin önemli saç ayaklarından biri ilkel ülküleştirmedir.
İlkel idealizasyonda değer verilen nesnenin aslında bir önemi yoktur, kendisine atfedileni ziyadesiyle geri vermesi beklenir. Sağlıklı ilişkide ötekinin bir ayna olması ve aynalaması (empati kurması) yeterliyken, idealize aktarımda ötekinin bir büyüteç olmasını, üzerine düşen görüntüyü katma değeri ile birlikte yansıtmasını arzularız. En ufak kesinti, ideali değersizleştirir. İlkel düzeyde idealizasyon ağır bir yanılsamadır; madalyonun diğer yüzünde de-idealizasyonla (değersizleştirme) bulunur. Bize hayran olmasını beklediğimiz nesne tarafından reddedilirsek fena inciniriz. Kedi uzanamadığı ciğere mundar, der.
Daha sağlıklı (üst düzeyde) idealizasyon, aşkın, dostluğun, inancın ve öğrenmenin önemli bir öğesidir. Lacan’ın müthiş özetiyle aşk, kendimizde olmayanı başkasına atfetmektir. Dostluğun “ikizlik aktarımı”nın türevi olduğu düşünülebilir. İnanç, kendini teslim etmeyle ilgilidir. İnandığımız bir kuramı daha kolay ve hızlı öğreniriz.
İlkel düzeyde idealizasyon arzunun doyurulmaz doğası nedeniyle can yakıcı bir tekrara neden olurken, bir ihtiyaç olarak sağlıklı idealizasyon yaşama keyif ve derinlik katan bir tamamlanma deneyimine dönüşebilir. Yani, eksik olduğumuzu ve arzunun doyurulmayacağını kabul ettiğimizde, yatırım yaptığımız nesnelerle (aşk, sanat, ideoloji, kariyer, çocuk), onların doğasını hesaba katarak sağlıklı bir biçimde ilişkilenebiliriz. Hayranlık kendini/birini tanımak için iyi bir yol değildir.
Büyücülükten köken alan hekimlik sihir/şifa/tedavi arayışındaki hasta için idealize edilmeye çok açık bir konumdur. Çoğu branşta hasta ile hekim arasında asimetrik bir ilişki ile tedavi yürütülür. Oysa psikoterapide nihai amaç bu asimetrinin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak başlangıçta hastanın geçmiş ilişki kalıplarını üretmesine de izin verilecek bir yöntem uygulanır. Yani, önce gerileme (çocuksuluk) sonra ilerleme (yetişkinlik) hedeflenir. Terapistin idealize edilmesi hem arkaik bir ihtiyacı hem de direnci işaret eder. Değerli olma ihtiyacını ve anksiyeteyi yatıştıran idealizasyon hastanın vizyonunu daraltarak, büyümesini, özgün zihinsel örgütlenmenin oluşmasını geciktirir. Hasta, öğretmenin gözüne girmek isteyen öğrenciyi oynayabilir, iyileşme hedefinin yerini beğenilme arzusu alabilir. Terapide ilk hedef aktarımın ve direncin analizidir. Dolayısıyla idealizasyon hem bir savunma hem de bir ilişkilenme biçimi olarak çözümlenmelidir. İdeal sevdası bitmeden, terapi sevdası bitmez.
“Japon İşi” filminde Japon arkadaşı Veysel’e (Kemal Sunal), hayran olduğu ünlü şarkıcı Başak’ın (Fatma Girik) kopyası bir robot hediye eder. Güzel robot, yapay zekâdır, yemek yapar, çay demler, ayak yıkar ve şarkı söyler, Veysel için ideal kadındır. Hikâye ilginçtir; Veysel’le gerçek Başak’ın kavuşmasının ardından robot Başak intihar eder. Vuslat, masallardakinin aksine, hayranlığı/ideali öldürür.