küskünlük
On parmağında on marifet olan insan soyu, bu uzuvlarının hareketlerine de sembolik anlamlar yükler. Farklı kültürlerde parmaklara verilen özel biçimler öfkeden sevgiye, yalandan sadakate, rekabetten tehdide birçok duyguyu/durumu ifade eden kısa yollardır. Erkin Koray “Uzat Serçe Parmağını” adlı şarkısında sevgiliye serzenişte bulunur. Çocukken küsmeyi sembolize eden serçe parmağı uzatma eyleminin adını verdiği şarkının sözleri de melodisi de çocuksudur.
Küsmek, 1-darılmak (incinmek/gücenmek), 2-eylemden/vazifeden çekilmek, 3-büyüyememek/ gelişememek 4-niteliğini kaybetmek anlamalarına gelir. Yani küsmek ruhsal yatırım yapılan bir kişiye/duruma dair hayal kırıklığını ya da uygun koşulların sağlanmamasıyla engellenen/bozulan gelişim potansiyelini anlatır. İki durumda da küsmek bozucu bir etkene maruz kalma, mağdur olma durumudur. Dolayısıyla edilgen konumda kalmayla ilgilidir.
Agresyon (aggression) “saldırganlık” anlamına gelir. Psikiyatri terminolojisinde agresyon öfkenin dışa vuran yanlarını tanımlar. Günlük kullanımda da “agresifi”liği sinirlilik yani öfkeli olmak anlamında kullanırız. Öfkenin, hedefine açık olarak iletilmesi aktif agresyonsa, dolambaçlı yollarla örtük olarak iletilmesi pasif agresyondur. Örneğin bir erkek, eşinin ilgisizliğine kızıp bunu ifade etmeden (içine atarak), ev içi sorumluluklarını aksatırsa pasif agresyondan bahsedebiliriz. Pasif agresyon, öfkeyle ne yapacağını bilememe, baş edememektir.
Öfke; şaşırma, utanç, iğrenme, korku, neşe gibi primer (ilksel) duygulardan biridir. İlksel duyguları ana renklere benzetebiliriz. Ana renklerin (primer duyguların) farklı tonları vardır. Örneğin öfkeye kırmızı rengi atarsak, yelpazenin bir ucunda açık kırmızı (sitem/dargınlık) öteki ucunda kan kırmızı (cinnet) yer alır. Bazen birkaç duygu bir araya gelip (anksiyetede olduğu gibi) bir alaşım oluşturur. Güçlü duygular, baskın renklerin çekinik olanları yutması gibi, diğer duyguları geri plana itebilir. Öfke şiddetli olduğunda (nefret, hiddet, cinnet) diğer tüm duyguları ezer.
Klasik psikanalitik kurama göre duygular dürtülerin, düşünceler de duyguların türevidir. Uygarlık dürtülerden düşüncelere bir yolculuğun sonucudur. Düşünen insan (homo sapiens) dürtülerini ve duygularının bir kısmını bastırma eğilimindedir. Ancak duygu da dürtü gibi deşarj (boşalım) arar; dolayısıyla bütün duygulara motor hareket eşlik eder. Duygu yoğunsa davranış/hareket çok daha belirgin hale gelir. Utanınca gözlerimizi kaçırır, şaşırınca ağzımızı açarız. Öfke de harekete geçirici bir duygudur. Örneğin kinde, intikamda (donmuş öfke), hırsta (öfkeli azim) öfke uzun süreli bir yakıt işlevi görür. “Öfkeyle kalkan zararla oturur”, “Keskin sirke küpüne zarar” deyişlerinde anlatıldığı gibi bu yakıt kullanana zarar verir. Kültürümüzde öfke yaşanmaması gereken bir duyguymuş gibi algılanır, bastırılır. Özellikle kadınların öfkesini dile getirmesi ayıplanır. Belki de bunun da katkısıyla küskünlük, modern Batı toplumlarına göre daha fazla görülür.
Küskün durmak hedefi açık amacı gizli bir eylemdir. Küskünlükte geri çekilir, mesafelenir, iletişimi sınırlar veya keseriz. Suskunluk veya az-tekdüze konuşmayla, kırgınlığı açıkça gösteren jest ve mimiklerle küskünlüğümüzü anlatırız. Yakın olduğumuz birinin küskünlüğünü kolayca anlaşılır. Ancak küskünü konuşturmak, fabrika ayarlarına geri dönmek zordur. Tamir olma süresi kişiden kişiye, ilişkiden ilişkiye, küskünün hedefine göre değişir. Bir beklenti/arzu yumağı olarak küskünlüğe başvurma sıklığımız ve küskünlüğümüzün niteliği ruhsal gelişimimizle ilgilidir. Nasıl mı?
Küsme müessesine en çok çocukken başvururuz. Çünkü çocukluk arzuların yoğun yaşandığı, engellemelere ve ertelemelere dayanmanın güç olduğu donanımsız/çaresiz olduğumuz bir yaşam dönemidir. Çocuk istediğini derhal ve tamamıyla almak ister. Büyümek, arzunun baskısına katlanabilmek, erteleyebilmek, yapabilirsek arzunun tamamıyla doyumunun imkânsız olduğunu kabullenip, onu ihtiyaca çevirebilmektir. Bunu başaramayan çocuk (çekip gidemediği için) kendisinin de tahammül etmekte en çok zorlandığı silaha başvurur. Küsmek çocuğun kestiği veya çocuğa kesilen en büyük cezadır. Çocuk, ebeveynin sevgisi/ilgisi olmadan yaşayamayacağı için küskünlüğe de katlanamaz. Uzlaşma kültürü, arzuyla yasa ikileminde, çocukla yetişkin arasındaki ilişkide gelişir. Küsmek müzakere düzlemini/uzlaşmayı reddetmektir. Aile bireyselliği engeller; uzlaşmak, sorunları konuşmak, öfkeyi ifade etmek ve soğurmak konusunda yetersiz kalırsa, küsmek işlevsiz bir iletişim haline gelebilir.
Küskünlüğün çocuksu yanı sadece pasif-agresif doğasından kaynaklanmaz. Preverbal (söz öncesi) döneme regresyon (gerileme) yönüyle de küskünlük çocuksudur. Yaşamın başında, kendimizi sözle ifade edemediğimiz dönemde de annemiz ihtiyaçlarımızı (olabildiğince) karşılar. Üstelik ebeveynlerimizi idealize de ederiz. Yani çocukken ebeveynlerimizi her türlü arzumuzu karşılayabilecek süper kahramanlar olarak görür, konuşmamıza/anlatmamıza gerek kalmadan onların bizi anlayacağını varsayarız. Onların zihnimizdeki yerleri kadar (belki de daha fazla), bizim de onların zihninde yer kapladığımızı, düşünce ve duygularımız okuduklarını zanneder, dolayısıyla küskünlüğümüzün ebeveynimiz için açık bir mesaj olduğunu düşünürüz (“Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış”). Yetişkin küskünlüğünde, konuşmadan anlaşılmaya dair çocuksu fantezi örtük olarak devam eder. Küskünlük, ben ve öteki arasındaki bulanık sınırda gerçekleşir. Bu nedenle keskin ama çoğu zaman nafile bir ayrımlaşma çabasıdır. Birini gözümüzde büyütme (aşkta olduğu gibi) kendi narsisistik (değer) sorunlarımızla ilgilidir ve küskünlük bu anlamda narsisistik bir incinmedir. Öfkeyi içinde büyütme, büyüdükçe kazanılan bir yetidir. Çocuk kolay incinir kolay tamir olur, kin tutamaz. Küstüm otu gibi…
Küstüm otu, dokununca yapraklarını kapatır, tekrar açması için yaklaşık yirmi dakika gerekir. Bu süre geçtikten sonra tekrar eski haline döner, hiç küsmemiş gibi. Küsmek, insanlar için de bozgun geçene kadar kendi kabuğunda kalmak demektir. Ancak küskünlük boyunca süregiden öfke, alınganlık yıpratıcıdır ve bir örüntü haline gelirse ilişkileri bozabilir. Yetişkinler, çocuklar veya küstüm otu gibi kolay unutmazlar.
Öfkenin yetersiz, çoğu zaman işlevsiz bir dışavurumu olarak küskünlük evrensel bir insanlık halidir ve insanlık tarihi kadar eskidir. Yunan Mitolojsi’nde yer altı tanrısı Hades, tarım ve bereket tanrıçası Demeter’in kızına âşık olur ve onu kaçırır. Yas tutan Demeter hayata küser ve toprak çoraklaşır. Duruma el koyan Zeus kızının, yılın belli bir bölümünde annesiyle kalmasını sağlar. Demeter kızına kavuştuğunda doğaya bahar gelir. Demeter yasını hayata küserek tutar.
Yas, depresyon hayata küskünlük hissini yaşatır. Yaşam, kaybın etkisiyle anlamsızlaşır. Oysa beşer bir yaratık olan insan için yaşama anlam katan ilişkilerdir. İlişkisizlik, ısrarlı içe kapanma, aslında kendi iç dünyamıza attığımız halatları kesmektir. Yaşam diye bir nesne yoktur. Birine küsmek, beklentiyi ve umudu içinde barındırır, hayata küsmek ise küsecek birinin olması umudunun yitirilmesidir. Büyük usta Nazım Hikmet, küskünlüğün içindeki umudu, biraz da zorlayarak parlatır:
“Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür…
Çocukçadır ve ondan dolayı saftır.
Yalansızdır.
Küsmek ; seni seviyorumdur
Vazgeçememektir.
Beni anlatır küsmek
Kızdım ama hala buradayımdır , gitmiyorumdur , gidemiyorumdur
Küsmek ; nazlanmaktır , yakın bulmaktır , benim için değerlisindir
Küsmek ; sevdiğini söyle demektir…”