ikame
“Yerine sevemem” / G. Kırdar
Vincent Van Gogh’a, doğumundan bir yıl önce ölen ağabeyinin adı ve kilise kaydı (29) verilir. Ünlü ressam hayatı boyunca hep “sırtında yük taşıyan” kadınlara ilgi duyar, resimlerinde hüzünlü kadınları çizer, ruhsal hastalıklarla boğuşur. Yıllar sonra 29 Temmuzda intihar edecektir. Annesinin yas tutmadan doğurduğu Van Gogh bir ikame çocuktur (41).
Arapça kökenli bir kelime olan ikame 1. idame etme, sürdürme, 2. ortaya koyma, sabitleme, 3. yerleştirme, yerine koyma anlamlarına gelir (42). Yani bir yandan var olanı sabitlemeyi (ikametgâh gibi), öte yandan sürekliliği anlatır. Varlığın ve zamanın sürekliliği algısı ben (ego) bütünlüğü için önemli bir ihtiyaç ve kıstastır.
Psikoloji modern zamanın bilimidir ve modernitenin doğrusal zaman algısıyla ilgilenir. Feodaliteden endüstri toplumuna geçişle insanın zaman algısı, belki geri dönüşsüz biçimde değişir. Daha önce zamanı, mevsimler gibi; yaşamı doğum ile ölüm arası bir döngü olarak algılayan zihinler; büyük şehirler, mesai saatleri, tatil günleri, elektrik ile gecenin aydınlanması, sınıfsal çalkantılar gibi faktörlerle zamanı, akıp giden bir olgu olarak algılamaya başlar. Yabancılaşan insan; doğayı/zamanı kontrol edebileceğini, hatta yenebileceği yanılsamasını üretir. Dayanışmanın ve gelenek aktarımının azalmasıyla toplumsal mitlerin (din, masallar, destanlar) yerini bireysel mitler, içinde yaşadığı toplumla ve doğayla barışık insanın yerini, kendi tarihine hayran kuklası alır. İnsan kibrinin içine hapsolur. Psikanaliz, bir bakıma, kendi tarihimizi, trajik bir bakış açısıyla yeniden yazma, bütünleştirme, kibirden arındırma deneyimidir.
Trajedi, suçlunun olmadığı acı veren olay olarak tanımlanabilir. Ölüm bu bağlamda insanın trajik sonudur. Her ne kadar inkâr etmeye çalışsak da yaşam, doğumla ölüm arasında bir döngüdür. Modern insan yaşamı doğmak, büyümek, üremek, yaşlanmak ve ölmek üzerinden sıralı algılar. Yaşlıların beklendik ölümleri bizi çok sarsmazken, erken yaşta kayıplar yaşamın acımasız yönüyle bizi yüzleştirir. “Allah sıralı ölüm versin” deyişi, ebeveynlerinden önce ölenlerin yasını tutmanın ne kadar zor olduğuna işaret eder.
İkame çocuk, kendinden önce ölen kardeşten hemen sonra yapılan çocuğa verilen isimdir. Anadolu’da halen, kayıptan hemen sonra çocuk sahibi olmanın faydalı olduğu yaygın bir inanıştır. Evlat kaybının belki de bitmeyecek yasının ağırlığını azaltmaya yönelik bir çabadır. Ailenin, özellikle de annenin yasını tutamadan doğan çocuklar, kaybedilenin yükünü taşır. Hatta bazen kaybedilen çocuğun adı yenidoğana verilir, kaybedilene dair (ülküleştirilmiş) özellikler ikame çocuğun üzerine giydirilmeye çalışılır. İkame çocuk ölenle ilişki kurulan bir “bağlantı nesnesi” olabilir (43). Özellikle annenin, eskinin yası, yeninin kayıp korkusu içinde olması, çocukta temel güven, değer ve rekabet sorunlarına yol açabilir.
Yine kültürümüzde yaygın olan bir uygulama, büyükanne ve büyükbabaların, ölen aile büyüklerinin isminin çocuğa verilmesidir. İkame isim sahibinin tarihiyle, duygu yüküyle birlikte çocuğa aktarılır. Bir eskisinin üzerine yapıştırılan yeni etiket olur isim. Babası Atatürk’e, ölümüyle ilgili kendini sorumlu hissettiği kardeşinin (yani amcasının) ismini verir örneğin. Sonradan öğretmeni tarafından verilen ikinci ismini (Kemal) kabullenmesinde, ölen amcanın sırtında taşıdığı yükünü azaltmak istemesi de bir faktör olabilir.
Psikanalizde de ikame, yerine koyma anlamında kullanılır. İkame kaybın acısını azaltmaya, boşluğunu doldurmaya yönelik zihinsel bir çabadır. Aslında insan zorunlu yerine koymalarla büyür. Kişisel tarihimiz bir yandan ikamelerin tarihidir. Memenin yerine emziği, alt bezinin yerine iç çamaşırını, ebeveynlerin yerine öğretmenleri, teneffüsün yerine tatili, ödipal aşkın yerine yetişkin aşkını koyarak büyürüz. Doğal gelişim süreci içinde büyümek kaybın yasını tutabilmektir. Tekrarda beis yok: yaslanarak büyürüz.
Mükâfatı olan kayıpların yasını daha kolay tutarız. Örneğin kreşe başlamak, anneden uzaklaşmaktır ama çocuk kreşte yaşıtlarıyla keyifli oyunlar oynayarak sosyalleşirse, anneden uzaklaşmak kolaylaşır. Ebeveynlerin karmaşık görevi; bir yandan büyümenin öte yandan yaşında kalmanın keyifli yanlarını, yani kaybetmeden kazanılamayacağını, her seçimin vazgeçiş olduğunu çocuğa gösterebilmektir. Travmatik kayıpların yasını tutmak, onların ikamelerini yaratmak ise zordur. Her olumsuz duygulanımda ağzına emzik dayanan çocuğun emziği bırakması zordur örneğin. Bağımlılık, bağımlı olunanın yerine ikamesini koyamamaktır.
Sinir sisteminin en acıklı oyunlarından biri hayalet ağrı olarak da adlandırılan fantom ağrısıdır. Kaybedilen (kopan ya da kesilen) her hangi bir uzvun (örneğin ayağın) halen varmış gibi ağrıması olarak tanımlanır. Bazen yıllarca süren ve tedavisi güç olan bu ağrı, sinir sisteminin kaybı inkârıdır. Kaybedilen uzvun ikamesi olmaz. Aslında yaşam da temel bir kayıp/eksiklik duygusuyla başlar.
Lacan’a göre çocuk, annenin (eksik) bir uzvu olarak dünyaya gelir. Başlangıçta bebeğin (parçalanmış beden evresi) beden bütünlüğü yoktur. Bütünleşmiş beden imgesi anneyle ilişki üzerinden edinilir. Daha sonra çocuk (ayna evresi) anneyle bütünleşmek ister. Lacan’a göre arzu, anneyi elde etmek değil, onunla bütünleşme, onun bizsiz eksik olan parçasını tamamlama arzusudur. Yani çocuk, anneyi tamamlamayı ve onun arzu nesnesi olmayı arzular. Anne ile kusursuz birlikteliğin imgesi “kayıp nesne”dir (obje petit a). Lacan’a göre yaşamımız boyunca bu kayıp nesnenin, yani bu kaybın ikamesinin peşinden koşarız. Bu eksiklik hissi ve tamamlanma arzusu ömür boyunca da yakasını bırakmaz bireyin. Aşk da sanat da kayıp nesnenin, tamamlanma arzusunun ürünüdür.
Muhteşem Güzellik (The Great Beauty,2013) filminde, ilk gençlik yıllarının aşkını unutamamış, yasını tutamamış, Jep Gamberdella’nın hikâyesini izleriz. Yaşlı yazar Roma’nın büyüleyici atmosferinde ince bir nihilizm ve yalnızlık içinde yaşar. Roma’daki bohem hayatıyla barışamamış, âşık olduğu kadına ulaşamamıştır. Hiç kimse, hiçbir şey bu aşkın (muhteşem güzelliğin) ikamesi olamaz. Âşık olduğu kadının öldüğünü, yaşamı boyunca onun da Jep’i unutamadığını kocasından öğreniriz. Kısa bir süre sonra kocası, hızla yas tutarak başka bir kadınla birlikte yaşamaya başlar. Jep’in hayatı muhteşem (kusursuz) güzelliğin peşinde heba olur. Sihirbaz arkadaşı, bir zürafayı yok ettikten sonra anahtarı vermiştir aslında ona: “Her şey bir aldatmaca!” Eksiksiz olma arzusu da…